Okula
gidiyorum, derse giriyorum, dersten çıkıyorum, otobüse atlıyorum ve hiç vakit
kaybetmeden eve dönüyorum; koşar adımlarla. Dersler zihnimi yoruyor, karnım
acıkıyor. Üzerimi değiştiriyor ve yiyecek bir şeyler hazırlıyorum kendime.
Bilgisayarımın başında, 20-30 dakika sürecek bir şeyler izlerken yemeğimi
yiyorum. Mutfağa dönüp bulaşıkları yıkıyorum; okulun, yemeğin, işlerin
yorgunluğunu atabilmek için bir kahve yapıyorum kendime. Sarı bezi kutsal bir
bayrakmışçasına özenle katlayıp tezgaha koyduktan sonra odama geçiyorum. Etraf
dağınık... Şöyle bir toparlıyorum odayı, özellikle masayı; masa önemli. Günün
plan programına bakarak kitabımı defterimi çıkarıyorum meydana, ihtiyacım
olacağını bildiğim için bilgisayarı kapatmadan alıyorum kenara. Masam küçük
geliyor ama idare ediyorum. Ders notlarını inceliyorum ve her yerde formüller
var ve grafikler ve şekiller ve bitmek bilmeyen hesap kitap işleri... Soruları
çözüyorum baştan sona, konuyu daha iyi öğrenebilmek için internetten benzer
sorular buluyorum ve onları da çözüyorum. Kahvem çoktan buz olmuş, zaten soğuk
seviyorum.
Bir
konu, iki konu; beş soru, on soru derken karnım acıkıyor. Yemek hazırlıyorum,
20-30 dakikalık bir şeyler izlerken yemeğimi yiyorum. Bulaşıkları yıkarken
bakıyorum ki hava çoktan kararmış. İki bardaklık çay demliyorum ve demliği ve
bardağımı alıp masamın başına geçiyorum. Raporlar var yazılacak; özetleri
okuyorum, sonuçları inceliyorum, başlıyorum yazmaya, bir sayfa, iki sayfa, on
sayfa... İlk bardağının yarısını bitirdiğim çayım buz olmuş, zaten soğuk
seviyorum.
Gece
ilerledikçe, yeni gün yaklaştıkça endişeler üşüşüyor kafama. Ertesi günkü
dersler için hazırlık yapıyorum, önceki dersin notlarına tekrar göz
gezdiriyorum; artık yeni günün derslerine hazırım. Okulla ilgili
sorumluluklarım o gün için bitiyor, oturup ya mühendislik programlarına
çalışıyorum, ya da teknik videolar veya belgeseller izleyerek ufkumu açık,
çalışma isteğimi harlı tutmaya uğraşıyorum. Tamirci olmalıymışım diyorum her
gece, şu okula başlayacağıma sanayiye verselerdi beni, şimdi ustalığa yürüyor
olurdum belki de. Dertleniyorum, üzülecek çok şeyim var fakat enerjim ve vaktim
yok; gençlik için böyle söylemiyorlardı. Uyuma isteğime yenik düşüp alarmımı
kurup yatıyorum. Sabah alarm çalıyor, aynı döngüye tekrar başlıyorum.
Perşembe
ve Cuma günlerinin farkı var benim için. Perşembe akşamları yaşama isteği
geliyor içime, Cuma akşamının hayallerini kurmaya başlıyorum. Okula gideceğim,
dönerken üç bira, üç karanfilli sigara alacağım, balkona çıkıp ileride bir
yerlerdeki binanın gri çatısını deniz manzarasına benzeterek ona karşı
içeceğim. Cuma günleri, akşamın hayalini kurmaktan zaman geçmek bilmiyor. Özgür
olduğum birkaç saat var ve o saatlere ulaşmaya sabırsızlandığım için dakikaları
sayıyorum sürekli.
Dersten
çıkıyorum, otobüse biniyorum, evden iki durak sonra iniyorum. Biramı ve
karanfilli sigaramı alıp eve gidiyorum yavaş yavaş. Bugün acelem yok; çünkü
artık hafta sonu geliyor. Eve gidip yapmam gereken bir şey yok keyif yapmak
dışında. Eve giriyorum, biraları dolaba koyuyorum. Yemek hazırlıyorum kendime
ve rahat rahat yeyip bulaşıkları tezgahta bırakıyorum öylece. Bugün umrumda
değil, hafta sonu geliyor. Çerezimi, meyvemi, bira bardağımı ve küllüğümü
hazırlıyorum balkona. Tanju Okan’ı bol bir çalma listesi açıyorum, bir yandan
biramı açıyorum; hayat böyle güzel, hayat böyle hayat.
İlk birayı
yavaş içmeye çalışıyorum, yine de dayanmıyor. Birinci biranın otomobillerdeki
eş değeri birinci vitestir. Seni durgun halden hareketli hale geçirir; fakat çok
hızlanamazsın. İkinciyi çıkarıyorum dolaptan, bu bira ilkinden farklı, bu bira
ikinci vites. Her yudumda biraz daha hızlanırsın. Üçüncüyü istemez hemen, hız
skalası birinciye göre daha geniştir. Tadını çıkarabilirsin bir miktar; fakat
çok da uzun sürmez, süremez. İkinci biranın bitimine yakın, ‘devamı yok mu’
düşüncesi alır insanı; çünkü ivme insanın hoşuna gider, biraz daha hızlanmak
ister. Üçüncü birayı içmeye başlarsın, bu sefer acelen yoktur. Yavaş yavaş,
tadını çıkara çıkara içersin; ve kendinle konuşmaya başladığın zamanlar da bu
zamanlardır. Hayatını sorgulatır sana; yapmak istediklerinle yapıyor
olduklarını kıyaslarsın. Genellikle acımasız cevaplar çıkar karşına ve
dördüncü, beşinci, hatta on beşinci birayı içerek bunları unutmak istersin.
Üçüncü biranın
yarısına geliyorum, uzun zamandır hiçbir şey okumadığımı ve hiçbir şey
yazmadığımı fark ediyorum. Diyorum ki, hadi bilgisayarın başına geçeyim de, belki
aklıma bir şeyler gelir, iki üç cümle yazarım en azından. Açıyorum Word
dosyasını, tık yok... Boş sayfayla bakışıyoruz uzun bir süre. Daha fazla içmeyi
düşünüyorum, yazabilmem için gerekli gibi geliyor. Üstelik elimdeki bira da
bitmek üzere. İki bira daha alıp gelmeyi düşünüyorum, küçük bir hesapla o andan
sonra alacağım her biranın bir sonraki hafta içeceğim birayı öldüreceğini ve
bütün düzenimi bozacağını fark ediyorum. Çaresizliğin verdiği öfkeyle son
biranın kalanını dikip bitiriyorum. Artık hiçbir şey yok elimde, çok az uyuşmuş
olan kafamın dışında. Yaklaşık bir saat bakışıyorum boş sayfayla ve olmuyor,
tek bir cümle bile yazamıyorum. Derslerin, mezun olma derdinin, kurduğum
düzenin, yok ettiğim çevremin sonuçları bunlar. Bütün gün formüllere,
grafiklere, hesaplara bakıp durduktan sonra insan ne yazabilir ki zaten? Hala
insanlarla iki üç kelime konuşabiliyor olmam bile mucize...
Şarkılarla ve
üç birayla çok az da olsa güzel olmuş kafamla eskiyi düşünmeye başlıyorum.
Eskiden böyle değildi; o zamanlar okulu bu kadar dert etmiyordum, diğer
isteklerimi görmezden gelmiyordum. İlham geldiyse oturup yazıyordum saatlerce,
asla bulamayacağım bir kağıda not alıp bırakmıyordum öyle. Çevremde olan biten
her şeyi bir hikayenin parçasıymış gibi inceliyordum; kafamda formüller
uçuşmuyordu her dakika. Etrafımdaki insanları görmezden gelmiyordum bu kadar,
hepsine zaman ayırmaya çalışıyordum. Şimdi telefonum ne zaman çalsa sinir
küpüne dönüyorum düzenimi bozacak bir şeyler geliyor diye. En ufak şeyin bile
bu sene mezun olma şansımı yok edeceğini bilerek; korku ve endişe ile
yaşıyorum.
Hiçbir şey
eskisi gibi değil. Düzen kuruldu, makine mühendisi olayım derken makine olundu,
ilgi alanları bire ikiye düştü, ilham yürüyüşlerinin yerini okul için
koşuşturmalar aldı, kitap okumak unutuldu, yazmak unutuldu, yaşamak unutuldu...
Korkmadan bisiklete bindiğimiz günler geride kaldı.
Yaza
Mazar