15 Kasım 2017 Çarşamba

STRESLİ


                 Okula gidiyorum, derse giriyorum, dersten çıkıyorum, otobüse atlıyorum ve hiç vakit kaybetmeden eve dönüyorum; koşar adımlarla. Dersler zihnimi yoruyor, karnım acıkıyor. Üzerimi değiştiriyor ve yiyecek bir şeyler hazırlıyorum kendime. Bilgisayarımın başında, 20-30 dakika sürecek bir şeyler izlerken yemeğimi yiyorum. Mutfağa dönüp bulaşıkları yıkıyorum; okulun, yemeğin, işlerin yorgunluğunu atabilmek için bir kahve yapıyorum kendime. Sarı bezi kutsal bir bayrakmışçasına özenle katlayıp tezgaha koyduktan sonra odama geçiyorum. Etraf dağınık... Şöyle bir toparlıyorum odayı, özellikle masayı; masa önemli. Günün plan programına bakarak kitabımı defterimi çıkarıyorum meydana, ihtiyacım olacağını bildiğim için bilgisayarı kapatmadan alıyorum kenara. Masam küçük geliyor ama idare ediyorum. Ders notlarını inceliyorum ve her yerde formüller var ve grafikler ve şekiller ve bitmek bilmeyen hesap kitap işleri... Soruları çözüyorum baştan sona, konuyu daha iyi öğrenebilmek için internetten benzer sorular buluyorum ve onları da çözüyorum. Kahvem çoktan buz olmuş, zaten soğuk seviyorum.
                Bir konu, iki konu; beş soru, on soru derken karnım acıkıyor. Yemek hazırlıyorum, 20-30 dakikalık bir şeyler izlerken yemeğimi yiyorum. Bulaşıkları yıkarken bakıyorum ki hava çoktan kararmış. İki bardaklık çay demliyorum ve demliği ve bardağımı alıp masamın başına geçiyorum. Raporlar var yazılacak; özetleri okuyorum, sonuçları inceliyorum, başlıyorum yazmaya, bir sayfa, iki sayfa, on sayfa... İlk bardağının yarısını bitirdiğim çayım buz olmuş, zaten soğuk seviyorum.
                Gece ilerledikçe, yeni gün yaklaştıkça endişeler üşüşüyor kafama. Ertesi günkü dersler için hazırlık yapıyorum, önceki dersin notlarına tekrar göz gezdiriyorum; artık yeni günün derslerine hazırım. Okulla ilgili sorumluluklarım o gün için bitiyor, oturup ya mühendislik programlarına çalışıyorum, ya da teknik videolar veya belgeseller izleyerek ufkumu açık, çalışma isteğimi harlı tutmaya uğraşıyorum. Tamirci olmalıymışım diyorum her gece, şu okula başlayacağıma sanayiye verselerdi beni, şimdi ustalığa yürüyor olurdum belki de. Dertleniyorum, üzülecek çok şeyim var fakat enerjim ve vaktim yok; gençlik için böyle söylemiyorlardı. Uyuma isteğime yenik düşüp alarmımı kurup yatıyorum. Sabah alarm çalıyor, aynı döngüye tekrar başlıyorum.
                Perşembe ve Cuma günlerinin farkı var benim için. Perşembe akşamları yaşama isteği geliyor içime, Cuma akşamının hayallerini kurmaya başlıyorum. Okula gideceğim, dönerken üç bira, üç karanfilli sigara alacağım, balkona çıkıp ileride bir yerlerdeki binanın gri çatısını deniz manzarasına benzeterek ona karşı içeceğim. Cuma günleri, akşamın hayalini kurmaktan zaman geçmek bilmiyor. Özgür olduğum birkaç saat var ve o saatlere ulaşmaya sabırsızlandığım için dakikaları sayıyorum sürekli.
                Dersten çıkıyorum, otobüse biniyorum, evden iki durak sonra iniyorum. Biramı ve karanfilli sigaramı alıp eve gidiyorum yavaş yavaş. Bugün acelem yok; çünkü artık hafta sonu geliyor. Eve gidip yapmam gereken bir şey yok keyif yapmak dışında. Eve giriyorum, biraları dolaba koyuyorum. Yemek hazırlıyorum kendime ve rahat rahat yeyip bulaşıkları tezgahta bırakıyorum öylece. Bugün umrumda değil, hafta sonu geliyor. Çerezimi, meyvemi, bira bardağımı ve küllüğümü hazırlıyorum balkona. Tanju Okan’ı bol bir çalma listesi açıyorum, bir yandan biramı açıyorum; hayat böyle güzel, hayat böyle hayat.
İlk birayı yavaş içmeye çalışıyorum, yine de dayanmıyor. Birinci biranın otomobillerdeki eş değeri birinci vitestir. Seni durgun halden hareketli hale geçirir; fakat çok hızlanamazsın. İkinciyi çıkarıyorum dolaptan, bu bira ilkinden farklı, bu bira ikinci vites. Her yudumda biraz daha hızlanırsın. Üçüncüyü istemez hemen, hız skalası birinciye göre daha geniştir. Tadını çıkarabilirsin bir miktar; fakat çok da uzun sürmez, süremez. İkinci biranın bitimine yakın, ‘devamı yok mu’ düşüncesi alır insanı; çünkü ivme insanın hoşuna gider, biraz daha hızlanmak ister. Üçüncü birayı içmeye başlarsın, bu sefer acelen yoktur. Yavaş yavaş, tadını çıkara çıkara içersin; ve kendinle konuşmaya başladığın zamanlar da bu zamanlardır. Hayatını sorgulatır sana; yapmak istediklerinle yapıyor olduklarını kıyaslarsın. Genellikle acımasız cevaplar çıkar karşına ve dördüncü, beşinci, hatta on beşinci birayı içerek bunları unutmak istersin.
Üçüncü biranın yarısına geliyorum, uzun zamandır hiçbir şey okumadığımı ve hiçbir şey yazmadığımı fark ediyorum. Diyorum ki, hadi bilgisayarın başına geçeyim de, belki aklıma bir şeyler gelir, iki üç cümle yazarım en azından. Açıyorum Word dosyasını, tık yok... Boş sayfayla bakışıyoruz uzun bir süre. Daha fazla içmeyi düşünüyorum, yazabilmem için gerekli gibi geliyor. Üstelik elimdeki bira da bitmek üzere. İki bira daha alıp gelmeyi düşünüyorum, küçük bir hesapla o andan sonra alacağım her biranın bir sonraki hafta içeceğim birayı öldüreceğini ve bütün düzenimi bozacağını fark ediyorum. Çaresizliğin verdiği öfkeyle son biranın kalanını dikip bitiriyorum. Artık hiçbir şey yok elimde, çok az uyuşmuş olan kafamın dışında. Yaklaşık bir saat bakışıyorum boş sayfayla ve olmuyor, tek bir cümle bile yazamıyorum. Derslerin, mezun olma derdinin, kurduğum düzenin, yok ettiğim çevremin sonuçları bunlar. Bütün gün formüllere, grafiklere, hesaplara bakıp durduktan sonra insan ne yazabilir ki zaten? Hala insanlarla iki üç kelime konuşabiliyor olmam bile mucize...
Şarkılarla ve üç birayla çok az da olsa güzel olmuş kafamla eskiyi düşünmeye başlıyorum. Eskiden böyle değildi; o zamanlar okulu bu kadar dert etmiyordum, diğer isteklerimi görmezden gelmiyordum. İlham geldiyse oturup yazıyordum saatlerce, asla bulamayacağım bir kağıda not alıp bırakmıyordum öyle. Çevremde olan biten her şeyi bir hikayenin parçasıymış gibi inceliyordum; kafamda formüller uçuşmuyordu her dakika. Etrafımdaki insanları görmezden gelmiyordum bu kadar, hepsine zaman ayırmaya çalışıyordum. Şimdi telefonum ne zaman çalsa sinir küpüne dönüyorum düzenimi bozacak bir şeyler geliyor diye. En ufak şeyin bile bu sene mezun olma şansımı yok edeceğini bilerek; korku ve endişe ile yaşıyorum.
Hiçbir şey eskisi gibi değil. Düzen kuruldu, makine mühendisi olayım derken makine olundu, ilgi alanları bire ikiye düştü, ilham yürüyüşlerinin yerini okul için koşuşturmalar aldı, kitap okumak unutuldu, yazmak unutuldu, yaşamak unutuldu... Korkmadan bisiklete bindiğimiz günler geride kaldı.




Yaza Mazar