25 Mayıs 2016 Çarşamba

sonsuz

geceleri yaşayacağım bir hayat bulmam lazım. bu şarkı çalıyordu. ben çok fazla ağlıyordum. veda etmek çok zordu. aslında uzaktaydım ama edememiştim işte veda falan.böyle konularda hiç iyi biri değilimdir. başlangıçlarda ve gündoğumlarında iyiyim... kaçamıyorum. sesini ve şarkıyı mırıldanan dudaklarını hatırlıyorum. sonradan hatırlanacak anlardan biri olduğu çok belliydi. aslında çok dokunulabilir bir mesafedeyim. fakat bencil bir süt çocuğusun o yüzden asla ilgilenmedin bile. ve bence en güzeli de bu. bu, vedayı anlamlı kılıyor. adıyla aynı yerde bulunan o kafeye gitmeye hep çok korktum aslında. ama ordakilere benzer dostlar da edindim. ama ne yazık ki artık yıl 2005 falan değil ve her şeyin biraz zamanı geçmiş. tıpkı bizim gibi...
 ilerde sen de kendi zamanının tarzını taşıyacaksın, o gününkünü değil demiştin ama ben ne zaman yerimde oldumki?

10 Mayıs 2016 Salı

Maria Quiet Çalıyordu

Bir şehri terk ederken tren seni sürüklüyordur ve saçların rüzgarda savrulur. kalbin patlayacakmış gibi bir coşkuyla dolar. Yanakların ağrımıştır gülmekten. Yaz günü, tüm yurtta yalnızca Afrikalı kızlar ve sen varsındır. Bir de çok beyaz arkadaşın. 

Ev şimdi çok uzakta. Kalbin çok uzakta. 7. Katın yangın merdiveninden karşı mahalledeki hayatları ve çitlerin ötesindeki korkunç fabrikaya bakarsın. Gökyüzü boğucu bir bulutla kaplıdır fakat havada bitkilerin geceye özel o kokusu asılıdır. Hiç bilmediğin şarkılarda, hiç bilmediğin yerlerde geçen, çok iyi bildiğin biri hakkında, belirsiz bir tarihte geçen bir hayal kurgularsın. 

Her şehrin ışıkları da, orman karanlığı da kendine özgüdür ve kaldırım taşları da. Her izmarit farklı bir türkü söyler çünkü. Her yerin kedisi kendine. Eskiden ne çok söğüt ağacı olan yerlerde oynardım, evim yapardım diye düşünürsün. O günler uzaktadır. Üstünden bir uçak geçer. Şehir uyurken oradakiler uyanık mıdır? 

Bu tam da çiş gibi, ağlama krizi gibi, kusmuk gibi aniden gelen bir yazıdır.

9 Mayıs 2016 Pazartesi

We Are Fucking Special

Bir şeyi kırk kere söylersen olurmuş... Ya kendine söylersen? Onu yapmaya mı çalışıyorsun farkında olmadan?
Herkes fanzin çıkarıyordu. Kimse özel değildi. "Keşke bizim de olsa."  dedi. Alsancak' taki o kitapçıdan bir buçuk liraya almış, arkadaşlarını beklerken kafede okumuş ve gıcık olmuşlardı.
o zamanlar arkadaşı hakkında günlüğüne aptal şeyler döşememiş ya da gözleri hakkında düşünmemişti. dünyanın bokluğu yetmez gibi bir de boktan iş seçmişti ama hala arkasındaydı. Çünkü çalışmaya da başlamamıştı ve bir gün fotoğraflardan sıkılacağını bilmeden bildiklerini en sevdiği insanlara öğretmeye çalışıyordu. böylece dünyadaki her eylemi zevkli hale getiren bu adamlarla yapacak bir şeyleri daha olacaktı.

Üstünden bir yıldan fazla geçti. saçları değişti. İçindeyse çok daha fazla şey. her gün binlerce saat gibiydi ve hem boş saatlerden korkuyordu, hem de onlara muhtaçtı. elleri buz gibi, suratı sarı, aynı aptal florasanın altında saatlerce oturmak, hiç sevmediği şekilde hayatını sorgulamak ve azıcık bile yazabilmek için düşünmek zorunda kalıyordu. ki bu yok olmak demekti. eğer yazı ağlama krizi ya da durdurulamaz bir sırıtış gibi değilse, kusmuk yada çiş de olur, yazmaktan çok bir şeyler karalamaktı onun için. bu da sıradan olmak demekti. I wanna be fucking special...

Dışarda köpekler önüne gelen her tekerlekli varlığa havlıyordu. birileri uyurken de yalnız sayılırız. bugün yine fanzine benzer bir dergi görmüştü. keşke bizim de olsa dedi. okuyanlar kıskanırdı eminim. istesek yaparız ama yapmıyoruz. kimse özel değil, herkes özel...