Daha
askere gitmemiş bir insanın, yazısına böyle bir başlık koyması saçma gelebilir
size. Benim için bir anlamı var. Yaklaşık sekiz aydır çabalıyorum okulu
bitirmek için. Aldığım derslerin haddi hesabı yok. Sabah gidiyorum okula, akşam
ikinci öğretimlerle dönüyorum eve. Projesi, çizimi, ödevleri derken günlerim,
haftalarım aylarım geçiyor. Madem öğrencisin, niye asker laflarıyla başlık
atıyorsun demeyin; atabiliyorum çünkü. Onlar şafak sayıyor, ben gece sayıyorum.
Her gece, bir gün daha eksiliyor şu işkenceden. Her gece biraz daha
yaklaşıyorum sona. Peki bu neden bu kadar önemli?
Paraya
tapan bir insan değilim. İmkanım olsa bir dağ evinde yaşarım derim hep. Para
derdin yok, sevmediğin patronların, hocaların yok, yaptığın işe bok atan yok.
Emeğinin karşılığını alabiliyorsun. Alamamış olsan bile kendi hataların
yüzünden olduğunu biliyorsun veya o an fark ediyorsun ve daha iyisi için
çabalıyorsun o andan sonra, her zaman. İnsana uzak, doğaya yakın bir hayat sürmek
çok keyifli geliyor bana. Fakat şöyle de bir gerçek var ki; dağa çıkıp hop diye
ev yapamıyorsun. Yine para gerekiyor, izin gerekiyor, insanlarla muhatap olmak
gerekiyor... Hiç paraya ihtiyaç duymadan yaşayabileceğimi düşündüğüm tek yaşam
biçimi için bile bir miktar para gerekiyor en başında. Yani temel sorun para.
Mezun olmayı kafaya koymamın en büyük sebebi işte o lanet para.
Geçen
yıl seni neler mutlu eder diye sorsalar, güzel bir gün batımında bira içmek
derdim. Bir zaman sonra fark ettim ki, yetmiyormuş aslında. Evet içiyorsun,
evet güzel manzara da var fakat muhabbet yok. İçtiğin her birada konuşacak
birilerini arıyorsun. Bazen oluyor yanında birileri fakat senin tam olarak
istediğin insanlar onlar değil. Çekirdek kadroyu arıyorsun sen; aileni,
dostlarını. Onlar nerede? Nerede olmadıklarını söyleyeyim; 'şimdi evden çıktım,
yarım saate oradayım' diyebilecekleri bir uzaklıkta değiller. Peki beraber bira
içebilmek için ne lazım? Vakit lazım, para lazım. Başka bir şey değil. İstemek
lazım bir de; ama hangi gün istemiyorsun ki zaten?
Bugün
21 Mayıs. Okulun bitmesine de 22 gün kaldı. Atarsa Diyarbakır. Şimdi soruyorum
kendime; beni neler mutlu eder? Sevdiklerimle beraber olmak, onları
güldürebilmek; kendim olabildiğim insanların yanında vakit geçirmek; çok ciddi
paralar kazanabileceğimi bildiğim hobilerimle maddi çıkarlar veya kaygılar
gütmeden ilgilenebilmek beni mutlu eder. Yaşama amacım bu bile olabilir belki.
Ve o kadar güzel bir hayat, o kadar güzel bir çevre kurmuşum ki kendime; iki
birayla, iki tatlı sohbetle ve çiçekle mutlu olabilecek insanlar var yanımda.
Yani, şu anda yanımda değiller ama olacaklar. Hepsini tek bir noktada toplayıp
kucaklamak istiyorum. İçlerinden birinin bana ihtiyacı olduğunda 'beş dakikaya
geliyorum' diyebilmek istiyorum. Bütün dünyam bu insanlardan ibaretse eğer,
hepsini elimi uzattığımda kucaklayabilmek istiyorum, her ne kadar sevgisini
somut bir şekilde gösterebilen bir insan olmasam da...
Finaller
başlamak üzere, oturup ders çalışmam gerekiyor normalde. İki bira aldım,
oturdum bilgisayar başına ve bu yazıyı yazıyorum. Beni tanımayan insanlar bunu
okuduklarında hiçbir anlam veremeyecekler büyük ihtimalle. 'Ne saçmalamış bu,
sanki biz değer vermiyoruz sevdiklerimize' falan diyecekler. Onlarla çok işim
de yok aslında bu yazıda. Zaten biliyorum ki; bu yazıyı okuyanların çoğunluğu
yine beni tanıyan kesim olacak. Onlar anlayacak demek istediklerimi. Bunu yazma
sebebim de onlar zaten ve şu an aldılar mesajımı.
Bir çınar olmak isterim;
Kocaman olmasam bile,
Sevdiklerimi kucaklayabileceğim.
Belki bir kartal; onları
Kanatlarımın altına alabileceğim.
Kumru belki;
Evladına sahip olduğu yetiyi
gösterebilmek için
Onu ağaçtan atan bir kumru.
Ekibini yalnız bırakmayan bir
kurt.
Yandıkları yerde kara bulut;
Üşüdükleri yerde güneş olmak
isterim.
Koşulsuz sevgilerinin karşılığı;
Ama hırçın,
Ama aksi,
Ama kurnaz...
Bir aşığın önündeki yol olmak
isterim;
Her zaman eve çıkan.
Yaza Mazar