Geçici olarak evdeydim. Son yaz tatilim… Fiziksel rahatlığımın
sonsuza dek bitmesi dışında pek de sorun ettiğim bir durum değildi. Geçici
diyorum ama her zaman geçici olarak evdeydim zaten. Hiç yerleşmemiştim ki. Bir zamanlar benim
olan odada, çok sevdiğim karanlığı şu kısa süre için tekrar bana verebilmek
için annem o gün sandığı açtı. Bordo perdeleri arıyordu.
Bir sürü küçüklük eşyamı buldu. Anasınıfında hazırladığımız
ve stadyumdan bomboş döndüğümüz gösteride giydiğim kabarık kollu mini elbisem,
papatyalı gelinliğim ve kazaklar. Ha bir de bordo elbise. İlkokul üçüncü
sınıftayken mahalle terzisine diktirmiştim. Kırmızı kalemle çizip kurşunla
karıştırarak bordo yapmayı denemiştim ve demiştim ki; Rose’unki gibi olacak.
Titanik’ te Rose’un alt kamarada bira içip eğlendiği gün giydiği elbisenin
basit versiyonu. Sınıftaki herkes Tahsincan ’a aşıktı. Ben de denedim ama
birkaç gün sürdü. Jack ’i aklımdan çıkaramıyordum…
Bu elbise beni tam anlamıyla yıktı. Ona sarılmak istedim.
İçindeki kendi halime. Artık kendim için
bile klişe olan anılarım içinde düşündüm onu. Aman tanrım, bu kadar küçük olduğumu
bilmiyordum. Bilsem daha fazla oynar,
odama daha çok saklanır ve daha sesli ağlardım. Annem bir şeyler gösteriyordu.
Neşeli durmaya ve çaktırmamaya çalışıyordum. Tıpkı kafam aşırı güzelken yorgun taklidi yaptığım anlardaki gibi.
Bu elbise bana olduğum kişiyi tekrar anlattı. Bu elbise,
ailemizin artık konuşulmayan üzücü günlerinin trajikliğini suratıma kirli bir
bez parçası gibi acımasızca vurdu. “Evet bir şeyleri idare etmem gerekirken bu kadar
küçüktün.” Gözlerine tuvalet aynasında bakarken… hayır. Bu kadar olmamalıydı. Dün değil önceki gün,
plastik pembe bir aynada kendimi çok mutlu görmüştüm. Bana sarılan biri vardı ve evet tablo çok
hoştu. Kendi gözlerime baktım. Benzer aynalarda, benzemeyen halleri olmuştu.
Hep böyle bak der gibiydim.
Şimdi, yetişkinliğe bir yıldan az kalmışken babam bana sakin
kalmaya çalışarak sorular soruyor ve korkmaktan sıkılmış bir halde net cevaplar
veriyorum. O kaburgalar altındaki titremenin var olmadığı bir an olmayacak
biliyorum ve bok var gibi bu yaşımda tüm bunları irdelemenin anlamsızlığını da.
Fakat odama kaçmama ve milyonlarca ışık yılı uzaklaşmış olmama engel
olamıyorum. Korku azalınca kızgınlık geliyor galiba. Çok küçükmüşüm. Gerçekten
çok. Yaşıtlarımdan da küçük görünürüm zaten hep. Kimse liseli falan olmadığıma
inanamıyor hala. Binlerce yıl yaşındayım demek istiyorum. Çok kırışık olmam
lazım. Ayaklarımın titremesini durduramadığım her an binlerce çizik oluşmalıydı
suratımda.
Neden biri gelip beni oradan alamadı? Bu kadar mı önemliydi
insanların huzuru? Neden söylemedik? Neden hiçbir kuzenim bilmiyor aslında kim
olduğumu? Neden sokaklara çıkmadık? Bu kadar mı zordu? Gözlerimi öpüyordun, saçlarımı tutup zarar
gelmesinden bahsediyordun. Gözlerin yaşlı ve kırmızıydı. Oysa ben senden çok
korkmuştum ve aynı zamanda da seviyordum. 30 kilo bile olmadığımı kimse
göremedi mi gerçekten?
Gerçekten çok çok özür dileyerek söylemek istiyorum bunları.
Niyetim asla düşmanlık değil, ama bilmenizi istiyorum;
Ölmeyi göze almıştım. Sadece sonrasından korkuyordum. Benden
sonra daha da beter olurdu o ev. Panik atağımdan bahsediyordunuz. Kalbimden.
Hayal dünyamdan. Mutsuz olduğumdan. Her güne bir şans vermek ve ağzının
ortasına vurulmuş gibi bir gülümsemeyle kala kalmak. Otoyola yapışmış sıçan
ölüsü gibiydim. Sizce de panikte ve atakta olmam çok normal değil miydi?
Neden hala kimse hastanelerin sinir hastalıkları
koridorlarında demirbaş olmadığım için falan bana teşekkür etmiyor bilmiyorum.
Olsa olsa alkolizme yakınımdır ve onu bile gizli yaşayacağım. Ve biliyorum ki
yaptığım en büyük kontrolsüzlükte bile sabah işe gidecek, telefonları
yanıtlayacak halde olacağım. Bu yüzden gitsem de kalsam da, gizli kalır. Merak
etmeyin. Her zaman olduğu gibi, ben ve aynalar arasında.