31 Ocak 2015 Cumartesi

Saygı Duruşu


Bazı anlar vardır. Sadece bir saniye durup gözlerini kapatmak istediğin. Dünya bir saniye için yorgunluğumuza saygı duruşunda bulunsun. Yahut da biz ona yaptıklarımız için, özür niyetine.
   Koş, oku, küfret, kahve iç, koş, izle, koş, yaz, çek, koş, imzala ,saate bakma, koş... 
Bir gece haberleri izlemediğinde, sosyal medyaya bakmadığında geri kalırsın.

   Durmak, geri adım atmaktır. Çünkü her şey koşuyor. Koşmazsan ezilirsin...

Espriler koşuyor, filmler koşuyor, olaylar,anayasa ve devlet adamları koşuyor .Koalisyonlar kuruluyor ve bozuluyor. Yolsuzluklar ve "yolluluklar" hayatı dolduruyor. Hangisi kötü bilemiyoruz. arkanı yasladığın, arkasını dönüyor ve tuttuğun el karşıya geçiyor.  
   Yalnızsın, bildiğin ve söylediğin için. Doğrusun, bilmediğin ve çok söylediğin için.

  Hala koşmuyor musun? Koş ama gidebileceğin bir yer de yok bunu bil. Dünya evimiz ve ev arkadaşlarımız her gün salonun ortasına çöp poşetini boşaltıyor.

 Utan, utanmalıyız. Evimiz berbat halde. Saygı için bir dakika durmalıyız. Belki o bir dakikacık nefes alır da biz bilmem kaç milyon zarara uğrarız.
Bugün koşmak adına ne yaptın? Var olmak adına attın mı Tweet' ini ve paylaştın mı fotoğrafını? Dünyayı kurtarman önemli değil, göstermediysen en afilli şekilde. 
    Öyle kolay değildir koşmak. Ama yine de utan ara sıra, savaştığın için ve bedava sular aktığında üzülmediğin için.
Kızı kurtarmayıp Pulitzer alan fotoğrafçının intiharını haklı say, kendi yaşamını da. Parasız olan her şey sonsuzdur. Bugün yeterince koştuk. Dur, küfret, utan, saydı duy. Bir dakika. 
    Belki bir şeyler nefes alır...   Bukalemun


24 Ocak 2015 Cumartesi

hayal ve intikam üzerine

İnsan hayal edebilen ve bu kurduğu hayallerle kendini kandırarak hayatta kalabilen bir canlıdır. Hayal kırıklığı ise düşünce işleyişinin çuvallamasıdır. Hayal kırıklığıyla dolu bir hayatta insan yaşamak istemez çünkü yaşaması için kendini kandırma ilizyonu artık işe yaramamaya başlamıştır.


Ben çocukluğumdan beri hayal kuramıyorum, çünkü kurduğum her hayalin çok kısa bir süre sonra yıkılmasından sonra hayale karşı bağışıklık kazandım galiba siz insanlardan ve insansı davranışlardan nefret etmemin nedenlerinden bir tanesi bu, örneğin kurduğum hayal, annemin ve babamın yanımda olmaları ve benimle konuşabilmeleriydi, öldüklerini biliyordum ya da en azından ve o zamanlar ölümün bir daha onları asla göremeyeceğim demek olduğunu da, bu hayalimi güvenlik görevlisinin gece beni yatağımdan çıkartıp odasına götürmesi ve donunu çıkartıp beni kucağına oturtmasına, sürtünmesine kadar sürebildi. Çocuktum ve ruhuma tecavüz edilmişti, o iğrenç ağız kokusu, çalı bıyıkların ördüğü yapışkan dudaklar ve sert kollar, her gözümü kapattığımda kulağıma gelen o sapık sesi. Bundan sonraki hayallerimin çok azı çocukça olmuştu kısa bir süre sonra ise oradan kaçma hayalleri kurmaya başlamıştım.

Defalarca yakalandım ve her yakalandığımda müdürenin bana verdiği oda cezası ve her gün sabah hadamenin akşam güvenlik görevlisinin beni ziyaret etmesi ve elleriyle vücudumda ellemedik yer bırakmamaları, sürtünmeler öpmeler ve okşamalar...

Son kaçışımdan bu yana hiç hayal kurmadım ama şimdi bir tane kuruyorum, ölmek ve kurtulmak fakat hayallerimin tekrar "sikilip atılmasından" korkarak hayallerimi "siken" herkesin hayatlarını sikeceğim...



Kofti Yazar Aktardı...

17 Ocak 2015 Cumartesi

Tebeşir Tozu


Yağmurlu bir gün, nemli bir ilkokul sınıfı.
  Atatürk, İstiklal Marşı' yla, Gençliğe Hitabe' nin üstünden kürklü mantosuyla bakıyor. Bu fotoğraf sadece müdürlerin odasında olur sanırdım.

Kısa kazağımın kollarından görünen bileklerim soğuktan kızarmış. Parmaklarım kurbağa parmağı gibi. Botlarım bana büyük. Yere değmiyorlar, sıradan aşağı doğru sallanıyorlar ağır ağır.

Bugün öğretmen bize çok bağırdı. Ben hiç üstüme alınmadım. Hiç konuşmamıştım çünkü. Kalın örgülerimin uçlarındaki tokalarımla oynamıştım. Annem saçlarımı hep ıslata ıslata tarardı.

Dün pazar olduğu için herkes biraz temizdi. sınıf beyaz sabun gibi kokuyordu. Sarıldığımda karnına geldiğim öğretmenimse erkek parfümü.

Sınıfları neden hep bu soluk yeşile boyarlar? Beni mutsuz ediyor. Atatürk'e baktım.Çarpım tablosundan korktuğum için bana kızgın gibi bakıyordu. Ama ben 2.sınıftan sonra  hiç sevmedim ki matematiği.

 Çocuklar ilk kez bu kadar sessizdi. "Keşke hep böyle olsalar." dedim içimden. Kitap okuma saatiydi.
Öğretmen;" Bilmediğiniz kelimeleri sorun bana." demişti. Çok şey vardı bilmediğim. Sahi, bu fotoğraf sadece müdürlerin odasında olmaz mı? 

                                                                                                                       Bukalemun

13 Ocak 2015 Salı

Halka Açık


Kamu malı otobüsten inip kamu malı yatağıma doğru ilerledim. Başımı kamu malı bir cama yaslamıştım yolda.Alnımın izi titreyen camda kalmıştı. Kamuya bir iz bırakmıştım. Elimde yine kamu malı kitaplar vardı.

  Bu kitaplar, insanlar sırayla sırayla okunsun diyeydi. Bu otobüs sırayla binsinler ve bu yatak sırayla uyusunlar diye. Uyuyordum ben de. Bir kaç yıl daha bendim o malın kamusu.

  Neredeyse  hiç bir şey benim değildi. Ama önemi yok. Zaten ben de benim değildim.
Bedenim de kamu malıydı. Bana, yine benim olmayan şeyleri kullanabilmem için para veriyorlardı. Ben de onlara saatlerimi, beden gücümü. Zekamı, fikrimi,hayatımı.

 Benim olmayan şeylere azıcık daha fazla dokunayım diye izin veriyordum, patronun depoda kalçamı sıkıştırmasına.
Yoksa kovulurdum. Sokaklara düşerdim. Şu üşüyen köpek gibi. Köpek gibi hasta olurdum. Kamu malı bankta, parkta ve kaldırımda yatardım.Sonra beni kovarlardı. Bedenim bende kalsın istediğim için.
  E bu kadar halka açık yerde kalınca, büsbütün halka açık da sanılabilirdim.O hepten beter olurdu.
Ve bazen tıkanırdım, düşerdim,ölürdüm .Dövülürdüm. Ellerinde olurdu tüm bunlar, gözlerinde.
Fakat komu, bunları hiç bilmezdi. Çünkü ben halka açık bir kullanım alanıydım...


                                                                                                                        Bukalemun

12 Ocak 2015 Pazartesi

Yağmurda Dans

                Son bir şans diye çıkıyorsun evden, yağmur nasılsa az yağıyor diyorsun, bugüne kadar hiç şemsiye kullanmadım zaten. Dört kilometre yolu, yürüyerek, koşarak bitiriyorsun. Yol boyunca gereksiz insanlarla muhattap olmak zorunda kalıyorsun.

"Pardon, en güzel müzik nerede acaba?"

                Yağmur hızlanıyor, sen de hızlanıyorsun. Islanma korkusuyla değil ama. Geç kalacaksın hızlanmazsan. En az yağmur kadar hızlı olmalısın ki; aradığın o güzel müziğe yetişebilesin.

                Dakikalar yağmur damlaları gibi akıp gidiyor, sonunda aradığın müziği buluyorsun. Bu son şansın dans edebilmek için. Son şansın kendini gösterebilmek için. Son şansın her şeyi düzeltebilmek için.

                Aradığın o güzel müzik, yağmurun sesini bastırmaya çalışıyor. Ses dalgalarıyla yağmur damlaları savaşıyor, sen hiçbir şeye aldırış etmeden dans etmeye başlıyorsun. Tek başınasın. Kimin umrunda ki... Güzel müzik bitmek üzere, son notalar biraz sonra basılacak, o güzel akoru son kez duyacaksın. Daha iyi dans etmen gerekiyor. Aşkı tekrar yaşamak istiyorsan, daha güzel dans etmelisin.

                Yağmur o kadar hızlanıyor ki, beklediğin o son akoru bile duyamıyorsun. Müzik bitiyor ve sen ortada kalıyorsun. Islanmak yine umrunda değil, zaten yeterince ıslanmışsın. Senin derdin dans edebildiğini görmek. Bir işaret bekliyorsun. Bir işaret gelsin ve güzel dans ettiğimi anlayayım diyorsun. Gelen tek işaret, lüks bir dört çarpı dördün seni çamura boğması oluyor. Henüz ıslanmamış bir sigara yakıyorsun ve düşünüyorsun:


"Neyse, hiç yeteneğim yoktu zaten."




Yaza Mazar

Gereği Düşünüldü

"Zeki Kuşuçurtmaz... Burada diyor ki, Yaza Mazar adlı vatandaşın kafasını karıştırıp onu  suça yönlendirmişsin. İki market hırsızlığına azmettirme, on iki kavgaya azmettirme, iki de bar kundaklamaya azmettirme. Nasıl savunacaksın kendini?"

"Beni hiçbir şeyle suçlayamazsınız, bunları benim yaptığıma dair en ufak bir kanıtınız yok."

"Ulan adam konuşuyor burada işte, ağzımı bozdurma benim! Her şeyi o söyledi diyor. Kavga etmesini, bar yakmasını, marketten viski çalmasını sen istemişsin. Hadi, kavgayı viskiyi anlarım da; içki içtiği barı niye yaktırmaya kalktın lan adama?"

"İçki çok pahalıydı ve barmen viskisini az koyuyordu."

"Bu yüzden mi barı yak dedin adama, it!"

"Daha ne olacaktı, adam dolandırmaktır bu! Herif yarım bardak içkiye yirmi beş lira bayılıyor, barmen o yarım bardağı bile buzla dolduruyor."

"Ne olacaktı ya? Buzsuz mu verecekti viskiyi?"

"Evet. Adam buzsuz istedi. Üstelik bonkör adam, parayı da sorun etmedi. Sen bittikçe yenile, parası neyse vereceğim dedi. Üç bardak sonra barmen bunun sarhoş olduğunu zannetti, bardağa buz doldurmaya başladı. Ben de o barmenden şikayetçiyim o zaman!"

"İyi de kardeşim bunlardan sana ne lan? Abisi misin sen bu adamın, arkadaşı mısın? Kimsin sen de bu kadar olay çıkarttırıyorsun? Arkadaşı bile değilsin anlaşılan, adama türlü türlü suçlar işletmişsin lan!"

"İşlettim amına koyayım! Hepsini ben istedim! Barı yak dedim, viski çal dedim, kavga et dedim. Hepsini ben dedim, ne yapacaksın bana? Hadi suçumu kabulleniyorum, ne yapacaksın?"

"Sana bir on yıl kitleyeyim de gör ebenin amını!"

"Kitle amına koyayım, kitle! Senin masanda çekiç yok muydu, nereye gitti o?"

"..."

"Etraftaki onca insan nereye gitti? Etrafına bak lan, seni koruyacak kimse yok burada! Bir tek şu daktilolu masum kadınla Yaza kaldı. Bu ne biçim duruşma salonu lan?"

"Nasıl..."

"Başından beri amlı götlü konuşuyoruz lan seninle, hiç mi anlamadın durumu? Senin gibi hakimin kafasını sikeyim ben. Ben yokum lan, yokum ben! Olmayan şeyi nasıl içeri tıkacaksın, tık hadi bakalım! Yazdır bakalım cezamızı."

"Siktir... Ee, yaz kızım... Gereği düşünüldü. Hırsızlık, kundakçılık ve çetecilik zanlısı Yaza Mazar'ın ve azmettiricisi olan Zeki Kuşuçurtmaz'ın beraatine..."

"Hah şöyle, yola gel azcık... Senin varlığını ben sağlıyorum burada. Ben koydum seni aklımın içindeki mahkemeye. Ben yargıç yaptım seni lan, sikik!"

"Zeki, kes bi' sesini artık amına koyayım. Şu bardağı içerken bari kafamı rahat bırak lan. Yargıcı, mahkemeyi yaratmışmış, havalara bak... Seni kafamın içinden bir siktir ederim, kendine bir daha yer bulamazsın."


...


"Buzsuz doldur barmen!"

"Buzsuz dedim amına koyayım ya, buzsuz!"

 Gereği düşünüldü: Bir gün bu barı yakacağım...


Yaza Mazar


1 Ocak 2015 Perşembe

Beni Sonsuza Kadar Sevmeyin

                 Çok değil, bundan üç dört yıl öncesine bakarsanız pek de kötü bir insan olmadığımı düşünürsünüz. O zaman da tembeldim, düzensizdim, aksiydim, geri zekalıydım, umursamazdım; ama şu anki halim kadar sikik değildim.

                Etrafımdaki insanlar benden yavaş yavaş uzaklaşmaya başladı. Basit bir yaklaşımla bakarsanız, bunun sebebenin ben olduğumu düşünürsünüz. Ama o kadar basit değil işte hayat. Karmaşık şeyler düşünmeniz gerekiyor bazen. Hayat bir yerde sizi öyle bir noktaya getiriyor ki; yıllarca kullanmadığınız beyniniz, bir anda çalışmaya başlıyor. Hem de durmadan. Benim de en büyük sağlık problemim bu: Çok düşünüyorum.

                Kafamın içinde yüzlerce dişli var. Hepsi bir şekilde, bir yerde, birbirine bağlanıyor. İçine girip bakabilseniz, burada bu kadar dişli kullanmaya gerek yokmuş dersiniz. Yer sıkntısı yok, aktarma sıkıntısı yok, hiçbir bok yok... Ama bizim üstün zekâlı 'yaratan' malzemeyi bol kullanmış. Yüzlerce dişli... Bu kadarına hiç gerek yoktu, hepsinin bağlandığı yer belli çünkü: Acı.

                Ben, her geçen gün daha da zekileşen, zeki bir adamdım. Yıllar geçti, hayatım sikildi, gözlerimdeki o ışık çamaşır suyu, gözyaşı, acı ve orospu çocukluklarıyla söndürüldü ve ben her geçen gün daha da salaklaşmaya başlayan salak bir adam oldum. Bu salak halimle size yük olmak istemezdim; ama siz beni önceden beri tanıyorsunuz. Bir geçmişimiz var. Hâlâ beni sevebilmek için nedenleriniz var. Size beni sevmeniz için nedenler verip kendimi sevdirmek istemezdim. Beni sevdiğiniz için kendimden nefret ediyorum. Bir şekilde bırakıp çekilmem gereken bir yarış var ve ben sizin yüzünüzden bu yarıştan çekilemiyorum. Siz beni seviyorsunuz ve ben bırakıp gidemiyorum. İyi de ben sevilmek istemedim ki! Tamam arada sırada istediğim oldu ama bunu size belli etmemeye çalıştım ben. Ben en başından beri sizden uzak duruyorum yapabildiğim kadar. Yine de inatla seviyorsunuz beni. İstemiyorum, sevmeyin beni. Çünkü ben bu hayattan gram zevk almıyorum.

                Saçma sapan bir dünya, yanlış bir dünya ve ben bu yanlış dünyaya gelmiş yanlış bir insanım. İnsan bile olmamalıydım ben aslında, köpek falan olmalıydım. Diğer köpeklerden daha başarısız olurdum ama en azından mutlu olurdum. Şimdi ne bok yaparsam yapayım mutlu olamıyorum. İçimde büyük bir acı var, sadece sürekli düşünen ve her şeyi elindeki sihirli değnekle boka çevirebilen insanların anlayabileceği türden bir acı. Bu acı geçmiyor dostlarım, geçmiyor. Siktirip gitmek istiyorum bu yüzden. Öyle beş yüz kilometre öteye falan da değil. Üç bin kilometreye de değil. Ben yok olup gitmek istiyorum. Gömülen bir ceset kadar hızlı çürüyüp, o kadar hızlı unutulmak istiyorum. Unutun beni sevdiklerim, ben artık gitmek istiyorum.



Yaza Mazar