28 Şubat 2015 Cumartesi

kısık sesli dinle

kadın karmaşıktır.biraz içmiştir.sarhoşluğunu yazarken fark eder.adam uyur.uyumak zorundadır.aslında tek gereken sistemin götüne koymaktır.sistemdir adamı uyutan ve kadını yalnız bırakan... ışık loş,müzik kısıktır. kadının da işleri vardır.hiç sevmediği ve çok dikildiği.arkadaşları vardır.çok sevmediği ama silmediği.çok sevdiği ama göremediği...kadın kısık sesle dinler...adam uykusunda konuşur."gerçekten de sayıklıyormuş" der kadın.yanına kıvrılır.başka adamları seçmez.başka hayatları,şarkıları,loş ışıklı odaları...


                                                                                                                                   şeffaf bukalemun

14 Şubat 2015 Cumartesi

İYİ Kİ DOĞDUN ZEYTİN GÖZLÜ

                Yokluğunda neler değişti anlatmak istiyorum sana. Kurduğum cümleler, anlattığım hikâyeler yokluğunu anlatmaya yetmeyecek ama elimden geldiğince deneyeceğim. Sensiz çok uzun bir zaman geçirdim, sen de bensiz çok uzun bir zaman geçirdin. Bu gelişigüzel kurulmuş cümlelerimi umarım beğenirsin.

                Biriyle tanıştım, bir şekilde bulduk birbirimizi. Anlaşmadık desem yalan olur, hatta bir ara o kadar iyi geldi ki bana, seni eskisi kadar düşünmemeye başladım. Böyle söylememe aldırma, çünkü beynimin içinde bir yerlerde hep sen vardın. Beynime gönderilen her kan damlası önce senin yokluğundan geçti sen yokken. Her şeyi sen yokmuşsun gibi hesap edip düşünmeye başladım. Sen yoktun. Sen yokken ne yapmalıydım? Nasıl davranmalıydım? Götü başı dağıtmalı mıydım? Bunlar bütün düşüncelerden önce işlendi beynimin içinde. Aptalım ya, uygulayamadım...

                İlk zamanlar o kadar kötü geçti ki; sana anlatabileceğim bir şey bulamıyorum. Ölü gibiydim çünkü. Cansız bedenim alınmış, taşınmış, ve kilolarca toprağın altına bırakılmış gibi hissediyordum. Konuşamadım, yiyemedim, ağlayamadım. Bol bol içtim. Ağlayamadım dediğime bakma sen, ağladım aslında. Sigaraya başladım hatta. Nasıl oldu bilmiyorum.

                Nefret ettiğim her şeyi kendime dahil etmeye başladım sen gidince. Her şeyin suçlusu benmişim gibi hissettim, hâlâ da hissediyorum aslında. Keşke senin için daha iyi bir dost olsaydım diyorum. Keşke seni daha iyi anlayabilseydim. Keşke korkmasaydım birinin sana zarar verebileceğinden ve keşke beraber dolaşabilseydik dışarıda özgürce. Keşke en azından bir kez daha izleyebilseydim çimlerde koşuşunu. Gözlerime bakışını, su içişini, balkonda kaldığında ağlayışını bile keşke bir kez daha görüp duyabilseydim... Keşke zengin bir orospu çocuğu olsaydım da tedavi ettirebilseydim seni. Kendimi ne kadar boktan hissediyorken yazıyorum bunları sana, anlatamam.

                Sana anlatamayacağım o kadar çok şey var ki... Yokluğunda ben de yok oldum. Senin gidişinle tüm umutlarım gitti sanki. Hayata bakışım değişti. Hayata bakmadım. Hiçbir şey umrumda değildi. Ölsem ne değişirdi diyordum kendime. Hatta ölüm daha yakın gelmeye başlamıştı bana hayattan. Ateist ben, ölümden sonraki yaşama inanıp seni görme hayalleriyle kendimi öldürmek istedim. Hiçbir boku beceremediğimi biliyorsun, onu da beceremedim. Oturup ağladım sadece. Beş ay boyunca gizli gizli ağladım.

                Nisandı gittiğinde. Mart'ta, finallere çalışıp notları düzeltirim diyordum. Sen gidince sınıfta kaldım. Hayır, sana atmıyorum suçu, suç bende. Benim yüzümden böyle oldu çünkü. Her şey benim yüzümden oldu. Daha zengin olabilirdim, seni hiç görmemiş olabilirdim. Sana hiç bağlanmamış olabilirdim. Sikeyim, hiç doğmamış olabilirdim. Ama düşünüyorum da, iyi ki tanımışım seni. Çünkü sen bana sevmeyi öğrettin. Bir şeylere koşulsuzca bağlanmayı öğrettin bana, seni ittiğim zaman yanıma geldiğinde. İçime kapanıp yatağıma gömüldüm ve sen beni o yataktan çıkarıp oyuna davet ettin ve ben böylece mücadele etmeyi öğrendim hayatla.

                Sevdiğim şeyleri terk etmemem gerektiğini öğrettin bana ve ben bir gecede askeri okulu bırakıp eve dönme kararı aldım senin sayende. Bu karar hayatım boyunca aldığım en iyi karardı ve bu kararda senin değil parmağın, kolun vardı. İyi ki girdin hayatıma ve ben çıkıp tekrar yanına geldim o boktan okuldan. Senin sayende o kadar harika insanlarla tanıştım ki... Çoğunu tanıyorsun, seviyorsun da... Sen gittikten sonra çok arkadaşım olmadı zaten. Boş insanlar, boş muhabbetler... Sikko bir elemanın kaç kilo kaldırabildiğinden bana ne ki?

                Götü göbeği de saldım bu arada. Yemek de değil aslında, daha çok içmeye başladım. Eskiden 'her gün' olan periyodum sen gittikten sonra 'sekiz saatte bir'e düştü. Aklıma ne zaman gelsen içiyordum hatta başlarda. O kadar içtim ki, kendimi tanımadığım zamanlar oldu. Kaç kavgaya girdim, kaç burun kırdım bilmiyorum... Ayrıca öyle sandığım gibi boş, güçsüz falan da değilmişim ben. Ruh halime de bağlı olabilir belki ama çoğu kavgadan burnum kanamadan ayrıldım. Neyse, bunların pek içini açacağını sanmıyorum.

                Sonuç olarak çok sikik bir hayat yaşıyorum yokluğunda. Sadece ben değil, herkes seni özlüyor. Yerine birilerini bulmaya çalışıyorlar ama kimseyi senin kadar sevemiyorlar. Ben mi? Başkasını senin kadar seversem o an geri kalan tüm sevdiklerimi kaybedeyim...

                Gitarım kırıldı, onu da söylemedim bak. Sen gittikten sonra bir iki değişiklik yapmıştım üzerinde, adını kazıdım üstüne, ben bile sadece sarhoş olduğum günler okuyabiliyordum. Neyse, gitarın sapıyla gövdesi ayrıldı bildiğin. Telleri iyice gevşetip bir gün yapıştırırım diye bıraktım köşeye gitarı. Bir haftadır duruyor. Bir gün yapıştırırım.

                Bir türlü bitiremiyorum yazıyı, her şeyi anlatmak istiyorum sana. Pek çok şey değişti hayatımızda, bir sürü yeni olay oldu, hayatımıza giren çıkan bir sürü insan oldu. Şimdi fark ediyorum da hiçbiri umursamamışım sen gittikten sonra. 'Giderse gitsin' dediğim bir sürü iyi insan vardı. Yeni arkadaşlar ediniyordum, bana yardımcı olmaya çalışıyorlardı ve ben hiçbirini umursamadım.

                Yaşamayan anlamıyor bazı şeyleri. Yaşadım ama geçti diyen de yalancı orospu çocuğudur. Yaşadıysan o kadar rahat gülemezsin sevgili orospu çocuğu. Sevdiğin bir şeyi kaybettiysen o kadar mutlu bakamazsın etrafa. Yeni bir gün doğduğunda umutla uyanmazsın, bir şeylerin eksik olduğunu bilirsin. Kötü şeyler yaşanmış, giden gitmiş; ama hayatına devam etmesi gerekiyormuş... Bak şu bencil piçe... Buna benzer benzemez neler neler var, boşver anlatmayayım...

                Artık bitirmem gerekiyor. Sabah olacak. Tekrar yazacağım sana, emin olabilirsin bundan. Tadı tuzu olmasa da; sensiz devam etmeye çalışacağım yine. İyi ki doğdun dostum, kardeşim, Zeytin gözlüm... Unutursam seni, beni diri diri gömsünler... Çok özledim seni, seni çok seviyorum.



Yaza*


*Bu da yeni bak. Blog açtık, takma isim buldum kendime Yaza diye. Bizden başka bakan yok zaten, yazıyı başkası okumayacak, merak etme. Buraya kadar gelen varsa helal olsun zaten. O da şu satırdan sonra okumayı bırakacak bak:

Siktirin gidin lan!





İyi ki doğdun Zeytin gözlü...

8 Şubat 2015 Pazar

Gel Yalnızlığıma

                Mutluyum bu aralar. Havam, keyfim yerinde. Dostlarım, sevdiklerim, ihtiyaç duyacabileceğim herkes yanımda. 'Bir tek sen eksiksin.' diyebileceğim biri de yok, ne gönlümde, ne de aklımın bir köşesinde. Sahip olmak isteyebileceğim her şeye sahibim. Şu an gelip dünyayı sana vereceğiz deseler, gayet umursamaz bir tavırla reddederim her şeyi. Onların olsun bu dünya. Benim dünyam şu an etrafımda.

                Büyük bir yalnızlık çektim ben. Haftalarım, aylarım yalnızlıkla geçti ve sonunda anlattığım huzuru buldum. Bu huzur için o kadar çok bekledim ki; anlatmaya kalksam okurken sıkılırsınız. Kışın sabahı bekleyen evsiz gibi bekledim bu günleri, soğuk bir yalnızlığın içinde. Bugüne gelene kadar çok yıprandım. Yalnızlıktan emekli olunsa, otuz beş yıl yıpranma payı alırdım.

                Gülüyorum, eğleniyorum... yalan değil bunlar. Ama aklımdan yine bir sürü şey geçiyor. Çok değil, iki yüz saat sonra tekrar yapayalnız bir adam olacağım. İki yüz saat sonra, beni kanatlarıyla yukarıya taşıyan sevdiklerim bir anda gidecek ve ben yine aşağıya, üzerinde kocaman harflerle YALNIZLIK yazan beton zemine çarpacağım. Öyle sert çarpacağım ki yere; YALNIZLIK kelimesindeki harflerin bütün boşluklarına mutluluğum akacak. Bu kadar bekleyip biriktirdiğim mutluluğum, sadece dokuz harfin içini dolduracak ve ben soğuk betonda YALNIZLIK tarafından bile terk edilmiş bir şekilde oturacağım.

                Belki diyorum, bir ihtimal. Gelir de doldurursun bu boşluğu. Gelip kazırsın YALNIZLIK üzerindeki mutluluğumu ve tekrar yerleştirirsin kalbimin içine. Belki biraz aşk koyarsın, ne bileyim. Yaratıcısındır sen, halimden de anlarsın üstelik. Seni farklı yapan en önemli şeyin de budur belki; beni anlaman. Gelenler hep gidenler oldu; hiçbiri beni anlamadı çünkü.


                Şimdi sen gel, anlamazsan anlatırım.




Yaza Mazar

4 Şubat 2015 Çarşamba

Lanet Olası Pena

                İçiyorum ve eve dönüyorum. Yol boyunca düşündüğüm tek şey Radiohead'in Creep parçasının akustik versiyonu. Sesim pek iyi olmasa da bu şarkıyı çalmayı seviyorum. Eve gidince ilk işim bu şarkıyı çalmak olacak diyorum, odamın köşesinde duran gitarımı alıyorum; ama her zaman cebimde olan pena, elimi cebime attığımda saklanıyor. Kayıp. Etrafıma bakınıyorum; pena yok.

                Bu eve gelirseniz, evin içinde saklanmış olan onlarca penadan en az birini mutlaka bulursunuz. Evin içinde sürekli pena kaybediyorum çünkü. Koltuk minderlerinin arasında, yatağın altında, çekmecelerimde, boş şişelerin altında, mutfakta, televizyonun üstünde... her yerde pena bulabilirsiniz. Sizin için eve dağılmış bir sürü pena var; ama ben bir şarkı çalmak istiyorum ve bütün penalar ortadan kayboluyor. Hangisini daha çok sevdiğimi bile bilmiyordum üstelik. Hatta hiç düşünmemiştim o penalardan birini sevmeyi. Elime geçeni kullanıyordum sadece. Planet Waves 0.73mm'lerden tut, Jim Dunlop Jazz penasına kadar, hiçbirini sevmeyi düşünmemiştim. Bir iki favorim olmuştu elbet -zaten onları da direk yukarıya yazdım az önce- ama hiçbirini en sevdiğim diyerek yanımda taşımamıştım.

                Odamdan başladım bakınmaya. Kitaplığa baktım, dolaplara, çekmecelere, yatağa, gitar kılıfının içine, hatta kitapların altına bile baktım. Yok, yok oğlu yok... Salona gittim yok, mutfağa baktım yok, banyoda yok, evde bakılabilecek neresi varsa, hepsine baktım ama bir tane pena yok. Birileri penaların kökünü kazımaya çalışmış diye düşündüm. Oğlum Yaza, pena soykırımı oldu ve etrafta müzik yapabilmek için bir tane bile pena kalmadı. Bundan sonra bütün iş, parmaklarına ve tırnaklarına düşüyor. Penasız çalmayı sevmediğini biliyorum; ama artık durum böyle. Alışacaksın bir şekilde. Pena kullanmadan gitar çalmayı sevmeye çalışacaksın. Penasızlığı sevmeye çalışacaksın!

                Bin bir küfür ve anlatamayacağım bir mutsuzlukla gitarımı elime alıyorum, ve bir de ne göreyim; tellerin arasına sıkıştırılmış bir Jim Dunlop 0.73mm! Üstelik en sevdiğim pena bu diyorum kendi kendime ve sonra yine kendime soruyorum:

"Hani bir penayı seveceğini bile düşünmemiştin sen?"

"Düşünmemiştim. Hiç de aklımda yoktu zaten. Sanırım bazı şeyleri ihtiyacın olduğu an bulduğunda direk seviyorsun, hiç sorgulamadan."



Yaza Mazar

1 Şubat 2015 Pazar

Yağmur Sonrası Sessizlik

                Fırtına çıkar, yıkılır yüreğin. Yağmur yağar, saklanır gözyaşların. Bulutlar çöker kafanın tam üstüne, kararır gökyüzün. Hatta bazen öyle bir kararır ki, yolunu bulamazsın. Kalbinin olacağı yerde bir boşlukla, nemli gözlerinle ve kocaman bir karanlıkla baş başa kalırsın. Ne nereye gideceğini kestirebilirsin, ne de nerede olduğunu.

                Bazen tek bir gerçek hayata bağlıyor insanı. Tek bir gerçek ile umut etmeye devam ediyorsun. Sırılsıklam olsan da, paramparça olsan da, karanlık içinde kaybolmuş olsan da gözlerini açık tutmak için sadece bir gerçek yetiyor sana.

                Dört mevsimi de görebileceğim bir yerde yaşıyorum, ve bu şehir bana diyor ki; "Yağmurdan sonra güneş açar. Fırtına duracak, evinin kışın yıkılmış çatısını onaran Ahmet Emmi gibi, sen de onaracaksın yıkıntılarını. Batıp çıktığın o çamurlar var ya, onlar kuruyacak, üzerinde çiçekler açacak. Hatta o çiçeklerden bir taç yapacak ve saçlarının üzerine konduracaksın, gözlerinin içine bakan o güzele. Elini tutacaksın ve bulutlar bile dayanamayıp uzaklaşacak kafanın üstünden. O eli tuttuğunda, değerli dostum, tekrar bulacaksın yolunu. Daha net göreceksin gözünün önündekini ve doğrultacaksın gözlerini onun gözlerinin içine. Daha önce hiç bu kadar detaylı görmemiş olacaksın o gözleri ve bakacaksın, ezberleyene kadar bakacaksın ve ondan sonra da... her fırsatta bakacaksın o gözlerin içine, baktığın yerde, sana, senin onlara baktığın gibi bakan bir çift göz olduğunu göreceksin ve tekrar güveneceksin kendine ve bırakmayacaksın o eli bir daha. Sana bir haber daha vereyim, değerli dostum, bu günler yakında gelecek. Senden tek istediğim, doğru şekilde beklemen. Dağıtma öyle kendini, mutsuz olmanı gerektirecek bir şey yok hayatında senin. Sadece bekle."

                Sadece her zamanki yerime gidip, birkaç kutu bira açıp, şehirle konuşuyorum ve bana bunları söylüyor. Umutlu ol diyor, vazgeçme diyor, yakında biter bu yağmurlar diyor ve susuyor. Susuyor ağaçların yaprakları, susuyor denizin dalgaları, ne bir insan, ne bir kedi... Etrafta en ufak bir ses yok. Sessizce fısıldıyorum:

"Yağmurlar biteli çok oldu. Dinle şunu. İşte bu, yağmur sonrası sessizlik."



Yaza Mazar