kadın karmaşıktır.biraz içmiştir.sarhoşluğunu yazarken fark eder.adam uyur.uyumak zorundadır.aslında tek gereken sistemin götüne koymaktır.sistemdir adamı uyutan ve kadını yalnız bırakan... ışık loş,müzik kısıktır. kadının da işleri vardır.hiç sevmediği ve çok dikildiği.arkadaşları vardır.çok sevmediği ama silmediği.çok sevdiği ama göremediği...kadın kısık sesle dinler...adam uykusunda konuşur."gerçekten de sayıklıyormuş" der kadın.yanına kıvrılır.başka adamları seçmez.başka hayatları,şarkıları,loş ışıklı odaları...
şeffaf bukalemun
Yazamayan arkadaşların edebiyat denizinde hayatta kalma çırpınışlarıdır bu blog. Koca denizde buraya denk geldiyseniz, yardım eli uzatmak isteyebilirsiniz.
28 Şubat 2015 Cumartesi
14 Şubat 2015 Cumartesi
İYİ Kİ DOĞDUN ZEYTİN GÖZLÜ
Yokluğunda
neler değişti anlatmak istiyorum sana. Kurduğum cümleler, anlattığım hikâyeler
yokluğunu anlatmaya yetmeyecek ama elimden geldiğince deneyeceğim. Sensiz çok
uzun bir zaman geçirdim, sen de bensiz çok uzun bir zaman geçirdin. Bu
gelişigüzel kurulmuş cümlelerimi umarım beğenirsin.
Biriyle
tanıştım, bir şekilde bulduk birbirimizi. Anlaşmadık desem yalan olur, hatta
bir ara o kadar iyi geldi ki bana, seni eskisi kadar düşünmemeye başladım.
Böyle söylememe aldırma, çünkü beynimin içinde bir yerlerde hep sen vardın.
Beynime gönderilen her kan damlası önce senin yokluğundan geçti sen yokken. Her
şeyi sen yokmuşsun gibi hesap edip düşünmeye başladım. Sen yoktun. Sen yokken
ne yapmalıydım? Nasıl davranmalıydım? Götü başı dağıtmalı mıydım? Bunlar bütün
düşüncelerden önce işlendi beynimin içinde. Aptalım ya, uygulayamadım...
İlk
zamanlar o kadar kötü geçti ki; sana anlatabileceğim bir şey bulamıyorum. Ölü
gibiydim çünkü. Cansız bedenim alınmış, taşınmış, ve kilolarca toprağın altına
bırakılmış gibi hissediyordum. Konuşamadım, yiyemedim, ağlayamadım. Bol bol
içtim. Ağlayamadım dediğime bakma sen, ağladım aslında. Sigaraya başladım
hatta. Nasıl oldu bilmiyorum.
Nefret
ettiğim her şeyi kendime dahil etmeye başladım sen gidince. Her şeyin suçlusu
benmişim gibi hissettim, hâlâ da hissediyorum aslında. Keşke senin için daha
iyi bir dost olsaydım diyorum. Keşke seni daha iyi anlayabilseydim. Keşke korkmasaydım
birinin sana zarar verebileceğinden ve keşke beraber dolaşabilseydik dışarıda
özgürce. Keşke en azından bir kez daha izleyebilseydim çimlerde koşuşunu.
Gözlerime bakışını, su içişini, balkonda kaldığında ağlayışını bile keşke bir
kez daha görüp duyabilseydim... Keşke zengin bir orospu çocuğu olsaydım da
tedavi ettirebilseydim seni. Kendimi ne kadar boktan hissediyorken yazıyorum
bunları sana, anlatamam.
Sana
anlatamayacağım o kadar çok şey var ki... Yokluğunda ben de yok oldum. Senin
gidişinle tüm umutlarım gitti sanki. Hayata bakışım değişti. Hayata bakmadım.
Hiçbir şey umrumda değildi. Ölsem ne değişirdi diyordum kendime. Hatta ölüm
daha yakın gelmeye başlamıştı bana hayattan. Ateist ben, ölümden sonraki yaşama
inanıp seni görme hayalleriyle kendimi öldürmek istedim. Hiçbir boku
beceremediğimi biliyorsun, onu da beceremedim. Oturup ağladım sadece. Beş ay
boyunca gizli gizli ağladım.
Nisandı
gittiğinde. Mart'ta, finallere çalışıp notları düzeltirim diyordum. Sen gidince
sınıfta kaldım. Hayır, sana atmıyorum suçu, suç bende. Benim yüzümden böyle
oldu çünkü. Her şey benim yüzümden oldu. Daha zengin olabilirdim, seni hiç
görmemiş olabilirdim. Sana hiç bağlanmamış olabilirdim. Sikeyim, hiç doğmamış
olabilirdim. Ama düşünüyorum da, iyi ki tanımışım seni. Çünkü sen bana sevmeyi
öğrettin. Bir şeylere koşulsuzca bağlanmayı öğrettin bana, seni ittiğim zaman
yanıma geldiğinde. İçime kapanıp yatağıma gömüldüm ve sen beni o yataktan
çıkarıp oyuna davet ettin ve ben böylece mücadele etmeyi öğrendim hayatla.
Sevdiğim
şeyleri terk etmemem gerektiğini öğrettin bana ve ben bir gecede askeri okulu
bırakıp eve dönme kararı aldım senin sayende. Bu karar hayatım boyunca aldığım
en iyi karardı ve bu kararda senin değil parmağın, kolun vardı. İyi ki girdin
hayatıma ve ben çıkıp tekrar yanına geldim o boktan okuldan. Senin sayende o
kadar harika insanlarla tanıştım ki... Çoğunu tanıyorsun, seviyorsun da... Sen
gittikten sonra çok arkadaşım olmadı zaten. Boş insanlar, boş muhabbetler...
Sikko bir elemanın kaç kilo kaldırabildiğinden bana ne ki?
Götü
göbeği de saldım bu arada. Yemek de değil aslında, daha çok içmeye başladım.
Eskiden 'her gün' olan periyodum sen gittikten sonra 'sekiz saatte bir'e düştü.
Aklıma ne zaman gelsen içiyordum hatta başlarda. O kadar içtim ki, kendimi
tanımadığım zamanlar oldu. Kaç kavgaya girdim, kaç burun kırdım bilmiyorum...
Ayrıca öyle sandığım gibi boş, güçsüz falan da değilmişim ben. Ruh halime de
bağlı olabilir belki ama çoğu kavgadan burnum kanamadan ayrıldım. Neyse,
bunların pek içini açacağını sanmıyorum.
Sonuç
olarak çok sikik bir hayat yaşıyorum yokluğunda. Sadece ben değil, herkes seni
özlüyor. Yerine birilerini bulmaya çalışıyorlar ama kimseyi senin kadar sevemiyorlar.
Ben mi? Başkasını senin kadar seversem o an geri kalan tüm sevdiklerimi
kaybedeyim...
Gitarım
kırıldı, onu da söylemedim bak. Sen gittikten sonra bir iki değişiklik
yapmıştım üzerinde, adını kazıdım üstüne, ben bile sadece sarhoş olduğum günler
okuyabiliyordum. Neyse, gitarın sapıyla gövdesi ayrıldı bildiğin. Telleri iyice
gevşetip bir gün yapıştırırım diye bıraktım köşeye gitarı. Bir haftadır
duruyor. Bir gün yapıştırırım.
Bir
türlü bitiremiyorum yazıyı, her şeyi anlatmak istiyorum sana. Pek çok şey
değişti hayatımızda, bir sürü yeni olay oldu, hayatımıza giren çıkan bir sürü
insan oldu. Şimdi fark ediyorum da hiçbiri umursamamışım sen gittikten sonra.
'Giderse gitsin' dediğim bir sürü iyi insan vardı. Yeni arkadaşlar ediniyordum,
bana yardımcı olmaya çalışıyorlardı ve ben hiçbirini umursamadım.
Yaşamayan
anlamıyor bazı şeyleri. Yaşadım ama geçti diyen de yalancı orospu çocuğudur.
Yaşadıysan o kadar rahat gülemezsin sevgili orospu çocuğu. Sevdiğin bir şeyi
kaybettiysen o kadar mutlu bakamazsın etrafa. Yeni bir gün doğduğunda umutla
uyanmazsın, bir şeylerin eksik olduğunu bilirsin. Kötü şeyler yaşanmış, giden
gitmiş; ama hayatına devam etmesi gerekiyormuş... Bak şu bencil piçe... Buna
benzer benzemez neler neler var, boşver anlatmayayım...
Artık
bitirmem gerekiyor. Sabah olacak. Tekrar yazacağım sana, emin olabilirsin bundan.
Tadı tuzu olmasa da; sensiz devam etmeye çalışacağım yine. İyi ki doğdun
dostum, kardeşim, Zeytin gözlüm... Unutursam seni, beni diri diri gömsünler...
Çok özledim seni, seni çok seviyorum.
Yaza*
*Bu da yeni bak. Blog açtık, takma isim buldum kendime Yaza
diye. Bizden başka bakan yok zaten, yazıyı başkası okumayacak, merak etme.
Buraya kadar gelen varsa helal olsun zaten. O da şu satırdan sonra okumayı
bırakacak bak:
Siktirin gidin lan!
İyi ki doğdun Zeytin gözlü...
8 Şubat 2015 Pazar
Gel Yalnızlığıma
Mutluyum
bu aralar. Havam, keyfim yerinde. Dostlarım, sevdiklerim, ihtiyaç
duyacabileceğim herkes yanımda. 'Bir tek sen eksiksin.' diyebileceğim biri de
yok, ne gönlümde, ne de aklımın bir köşesinde. Sahip olmak isteyebileceğim her
şeye sahibim. Şu an gelip dünyayı sana vereceğiz deseler, gayet umursamaz bir tavırla
reddederim her şeyi. Onların olsun bu dünya. Benim dünyam şu an etrafımda.
Büyük
bir yalnızlık çektim ben. Haftalarım, aylarım yalnızlıkla geçti ve sonunda
anlattığım huzuru buldum. Bu huzur için o kadar çok bekledim ki; anlatmaya
kalksam okurken sıkılırsınız. Kışın sabahı bekleyen evsiz gibi bekledim bu
günleri, soğuk bir yalnızlığın içinde. Bugüne gelene kadar çok yıprandım.
Yalnızlıktan emekli olunsa, otuz beş yıl yıpranma payı alırdım.
Gülüyorum,
eğleniyorum... yalan değil bunlar. Ama aklımdan yine bir sürü şey geçiyor. Çok
değil, iki yüz saat sonra tekrar yapayalnız bir adam olacağım. İki yüz saat
sonra, beni kanatlarıyla yukarıya taşıyan sevdiklerim bir anda gidecek ve ben
yine aşağıya, üzerinde kocaman harflerle YALNIZLIK yazan beton zemine çarpacağım.
Öyle sert çarpacağım ki yere; YALNIZLIK kelimesindeki harflerin bütün
boşluklarına mutluluğum akacak. Bu kadar bekleyip biriktirdiğim mutluluğum,
sadece dokuz harfin içini dolduracak ve ben soğuk betonda YALNIZLIK tarafından
bile terk edilmiş bir şekilde oturacağım.
Belki
diyorum, bir ihtimal. Gelir de doldurursun bu boşluğu. Gelip kazırsın YALNIZLIK
üzerindeki mutluluğumu ve tekrar yerleştirirsin kalbimin içine. Belki biraz aşk
koyarsın, ne bileyim. Yaratıcısındır sen, halimden de anlarsın üstelik. Seni
farklı yapan en önemli şeyin de budur belki; beni anlaman. Gelenler hep
gidenler oldu; hiçbiri beni anlamadı çünkü.
Şimdi
sen gel, anlamazsan anlatırım.
Yaza Mazar
4 Şubat 2015 Çarşamba
Lanet Olası Pena
İçiyorum
ve eve dönüyorum. Yol boyunca düşündüğüm tek şey Radiohead'in Creep parçasının
akustik versiyonu. Sesim pek iyi olmasa da bu şarkıyı çalmayı seviyorum. Eve
gidince ilk işim bu şarkıyı çalmak olacak diyorum, odamın köşesinde duran
gitarımı alıyorum; ama her zaman cebimde olan pena, elimi cebime attığımda
saklanıyor. Kayıp. Etrafıma bakınıyorum; pena yok.
Bu eve
gelirseniz, evin içinde saklanmış olan onlarca penadan en az birini mutlaka bulursunuz.
Evin içinde sürekli pena kaybediyorum çünkü. Koltuk minderlerinin arasında,
yatağın altında, çekmecelerimde, boş şişelerin altında, mutfakta, televizyonun
üstünde... her yerde pena bulabilirsiniz. Sizin için eve dağılmış bir sürü pena
var; ama ben bir şarkı çalmak istiyorum ve bütün penalar ortadan kayboluyor.
Hangisini daha çok sevdiğimi bile bilmiyordum üstelik. Hatta hiç düşünmemiştim
o penalardan birini sevmeyi. Elime geçeni kullanıyordum sadece. Planet Waves
0.73mm'lerden tut, Jim Dunlop Jazz penasına kadar, hiçbirini sevmeyi düşünmemiştim.
Bir iki favorim olmuştu elbet -zaten onları da direk yukarıya yazdım az önce-
ama hiçbirini en sevdiğim diyerek yanımda taşımamıştım.
Odamdan
başladım bakınmaya. Kitaplığa baktım, dolaplara, çekmecelere, yatağa, gitar
kılıfının içine, hatta kitapların altına bile baktım. Yok, yok oğlu yok...
Salona gittim yok, mutfağa baktım yok, banyoda yok, evde bakılabilecek neresi
varsa, hepsine baktım ama bir tane pena yok. Birileri penaların kökünü kazımaya
çalışmış diye düşündüm. Oğlum Yaza, pena soykırımı oldu ve etrafta müzik
yapabilmek için bir tane bile pena kalmadı. Bundan sonra bütün iş, parmaklarına
ve tırnaklarına düşüyor. Penasız çalmayı sevmediğini biliyorum; ama artık durum
böyle. Alışacaksın bir şekilde. Pena kullanmadan gitar çalmayı sevmeye
çalışacaksın. Penasızlığı sevmeye çalışacaksın!
Bin bir
küfür ve anlatamayacağım bir mutsuzlukla gitarımı elime alıyorum, ve bir de ne
göreyim; tellerin arasına sıkıştırılmış bir Jim Dunlop 0.73mm! Üstelik en
sevdiğim pena bu diyorum kendi kendime ve sonra yine kendime soruyorum:
"Hani bir penayı seveceğini bile düşünmemiştin
sen?"
"Düşünmemiştim. Hiç de aklımda yoktu zaten. Sanırım bazı
şeyleri ihtiyacın olduğu an bulduğunda direk seviyorsun, hiç sorgulamadan."
Yaza Mazar
1 Şubat 2015 Pazar
Yağmur Sonrası Sessizlik
Fırtına
çıkar, yıkılır yüreğin. Yağmur yağar, saklanır gözyaşların. Bulutlar çöker kafanın
tam üstüne, kararır gökyüzün. Hatta bazen öyle bir kararır ki, yolunu
bulamazsın. Kalbinin olacağı yerde bir boşlukla, nemli gözlerinle ve kocaman
bir karanlıkla baş başa kalırsın. Ne nereye gideceğini kestirebilirsin, ne de
nerede olduğunu.
Bazen
tek bir gerçek hayata bağlıyor insanı. Tek bir gerçek ile umut etmeye devam
ediyorsun. Sırılsıklam olsan da, paramparça olsan da, karanlık içinde kaybolmuş
olsan da gözlerini açık tutmak için sadece bir gerçek yetiyor sana.
Dört
mevsimi de görebileceğim bir yerde yaşıyorum, ve bu şehir bana diyor ki; "Yağmurdan
sonra güneş açar. Fırtına duracak, evinin kışın yıkılmış çatısını onaran Ahmet
Emmi gibi, sen de onaracaksın yıkıntılarını. Batıp çıktığın o çamurlar var ya,
onlar kuruyacak, üzerinde çiçekler açacak. Hatta o çiçeklerden bir taç yapacak
ve saçlarının üzerine konduracaksın, gözlerinin içine bakan o güzele. Elini
tutacaksın ve bulutlar bile dayanamayıp uzaklaşacak kafanın üstünden. O eli
tuttuğunda, değerli dostum, tekrar bulacaksın yolunu. Daha net göreceksin
gözünün önündekini ve doğrultacaksın gözlerini onun gözlerinin içine. Daha önce
hiç bu kadar detaylı görmemiş olacaksın o gözleri ve bakacaksın, ezberleyene
kadar bakacaksın ve ondan sonra da... her fırsatta bakacaksın o gözlerin içine,
baktığın yerde, sana, senin onlara baktığın gibi bakan bir çift göz olduğunu
göreceksin ve tekrar güveneceksin kendine ve bırakmayacaksın o eli bir daha. Sana
bir haber daha vereyim, değerli dostum, bu günler yakında gelecek. Senden tek
istediğim, doğru şekilde beklemen. Dağıtma öyle kendini, mutsuz olmanı
gerektirecek bir şey yok hayatında senin. Sadece bekle."
Sadece
her zamanki yerime gidip, birkaç kutu bira açıp, şehirle konuşuyorum ve bana
bunları söylüyor. Umutlu ol diyor, vazgeçme diyor, yakında biter bu yağmurlar
diyor ve susuyor. Susuyor ağaçların yaprakları, susuyor denizin dalgaları, ne
bir insan, ne bir kedi... Etrafta en ufak bir ses yok. Sessizce fısıldıyorum:
"Yağmurlar biteli çok oldu. Dinle şunu. İşte bu, yağmur
sonrası sessizlik."
Yaza Mazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)