31 Aralık 2014 Çarşamba

Sikilen Geçmiş Zaman

"Nasıl özledim bir bilsen abi. Rakıdan da değil bak, hâlâ ayığım ben. Zaten iki duble içtik daha. Çok özledim, iki duble içmeden önce de çok özlemiştim ama söyleyemiyordum. Şimdi söyleyebiliyorum; çok özledim."

"İki dublede bana anlatmaya başladıysan, şişenin sonunda ararsın sen bu hatunu birader."

"Sakın izin verme bak bana. Aramayayım."

"Sen bilirsin hacı, engel ol dersen olurum. Hadi vur..."

                Boşalıp boşalıp dolan bardaklar, söylenip söylenip susulan şarkılar, özlenip özlenip aranmayan aşklar... Gece aşağı yukarı böyleydi. İçtik, dertleştik, sessizliğe daldık, geçmişi andık, geçmişe lanetler yağdırdık. Önce Levent'i bıraktım eve, sonra kendi evime doğru yola koyuldum. Ara sokaktan hızlıca çıkan bir arabayla burun buruna geldik, araçlardan inip tartışmaya başladık. Kafam iyi, dertlenmişim, etrafımdaki her şeye sinirliyim. Öyle olunca dayanamadım tabii.

"Sen ne cesaret o kadar hızlı çıkıyorsun aradan lan?"

"Sen de farlarını yakaydın kardeş, ninja gibi ilerliyorsun yolda. Senin de hatan var."

"O farın ampullerini senin götüne sokar bir bir yakarım, sikik sikik konuşma benimle."

"Lan küfürlü küfürlü konuşma amına korum senin!"

                İngiliz anahtarını kapıp adama doğru yürümeye başladım. Nasıl sinirliyim, elime geçirirsem oraya beynini dökeceğim herifin. Tam üzerine gidiyordumu ki, gürültümüze gelen dört genç bizi ayırdı. Biri omuzlarıma sarılıp beni geri çekti, diğeri elimdeki anahtarı aldı. Spor yapıyor herhalde ibneler, kolumu bile kaldıramadım sarıldığı zaman. Ne olduysa o sırada oldu. Karşıdaki sığır tekrar küfretmeye başladı.

"Senin ağzını yüzünü sikeceğim görürsün sen! Senin amını yolunu sikeyim ben! Senin geçmişini sikeyim ben!"

                "Senin geçmişini sikeyim ben." dedi bana. Üstelik sonunda ünlem vardı. Benim dışımda kimse benim geçmişimi sikemez. Benim dışımda birisi benim geçmişimi sikmeye yeltenirse, bedelini ödetirim.

                Hiçbir şey olmamış gibi arabaya döndüm. O puşt da bindi arabasına, gidiyor. Çalıştırdım arabayı, yazıldım peşine. Üç sokak sonra karanlıkta kestim önünü. Arabadan indim, o da indi. Bu sefer ne anahtar var elimde, ne başka bir şey. Ellerimle parçalayacağım suratını. Üzerine yürüdüm, yumruk atmamı bekliyordu, tekmeyle arabaya yapıştırdım elemanı. Arkasından sağ elimin en sivri kemiklerini çenesiyle birleştirdim. Kesmedi, solla kulağına vurdum. Daha devam ediyordum ki, telefon çaldı. Normalde olsa hiç umursamadan adamı yumruklamaya devam ederdim, ama bu başkaydı. Bu zil sesi onun aramalarında çalıyordu sadece. Adamı orada bırakıp telefonu açtım.

"Özgür, beni aramışsın. Kötü bir şey mi oldu, neden aradın bu saatte?"

"Ben seni aramadım ya. Aradım mı?"

"Evet, arama kaydında adın yazıyor. Neredesin sen, yine mi içtin?"

"Ha, aradım ben seni. Tamam aradım, doğru. İçtim, içtim de konu o değil."

"Ne beklenir ki senden zaten? Hâlâ aynısın. Artık bir şey diyemiyorum sana."

"Ya dur da dinle."

"Ne diyorsun, çabuk ol, balkondayım, içeri gireceğim."

"Çok özledim ben seni."

"İçeri geçmem lazım. Dikkat et. İyi geceler."

"Kapatma! Yarın buluşalım mı? Şu çok sevdiğin kafeye gideriz istersen, eskisi gibi. Kafeye gitmek istemiyorsan sahilde dolaşalım, açık hava hem, iyi gelir?"

"Özgür, bırak peşimi artık. Biz seninle ayrıldık. O saydıklarının hepsi geçmişte kaldı."

"Geçmişte falan kalmadı! Geçmiş geçmedi bende Ezgi! Geçmedi. Geçmiş yok bende! Tüm insanlar için açılan o 'geçmiş klasörünü' sildim attım ben. İçindekileri de 'şimdiki zaman' klasörüne kopyaladım. Geçmiş yok bende. Geçmiş de sensin, şimdiki zaman da sensin, gelecek de sensin benim için! Böyle yapma bana."

"Özgür sarhoşsun, tamam, yarın ayıldığın zaman konuşalım. Ayılırsan tabii..."

                Kapattı telefonu. Dur dememe bile izin vermeden kapattı. Dur deyip iki saniye daha bekletip "seni seviyorum" diyecektim sadece. Kapattı...

"Ne o? Sevgilin de mi terk etti seni?"

"Lan bi' siktir git be. Bin arabana da siktir git evine."

"Gideceğim zaten. Benlik bir şey kalmadı burada. Benim atacağım dayağı hatun attı sana herhalde. İyi de bağlamış seni kendine yalnız, benim yerime sikiverdi senin geçmişini."

                Bardak burada taştı. Özgür Cameli'nin geçmişini sadece Özgür Cameli sikebilir. Özgür Cameli'nin geçmişine saldırı varsa, saldıran şahıs gerekli cezayı alır. Her yerde yazar, her Türk vatandaşı bilir bunu. Edepsizin biri sınırları aşıp geçmişime küfür ediyorsa, cezasını da çeker. Torpido gözündeki silahımı çıkardım, bir el adamın ciğerine sıktım. Ölmeyecekti. En azından bir buçuk iki dakika daha vakti vardı. Yanına geçtim, oturdum.

"Bana 'geçmişini sikeyim-geçmişini sikti' dedin ya..."

                Bir silah sesinden daha sonra ciğerimden boşalan havayı ve kanı izledim. Değişik bir hissi vardı. Uyuşukluk gibi. Acı gibi, ağrı gibi. Çok da kötü değildi. Acıyordu; ama ben en kötüsünü atlatmıştım zaten. Güçlükle de olsa konuşmaya devam ettim:

" Benim geçmişimi kimse sikemez... Benim dışımda!"



Yaza Mazar

30 Aralık 2014 Salı

603 Numaralı Oda

Kapıyı tıklattı. Hızlı bir şekilde içeri aldım ve kapattım kapıyı. Elini tuttum ve salona çektim hemen.

"Gel buraya, seninle bir şey deneyeceğiz. Şu silahı al eline."

"Orhan ne yapıyorsun? Nereden çıktı bunlar?"

"Sus da beni bir dinle önce. Gerçek silah değil bunlar zaten. Boncuklu tabanca gibi. Ama oyuncak gibi değil, daha çok acıtıyor. Neyse... ne diyordum?"

Sehpanın  üzerindeki silahların birini ona verdim, ikincisini kendim aldım.

 "Şimdi birbirimize hiçbir işaret vermeden, aynı anda birbirimizi vuracağız."

Gözleri büyüdü, ne söyleyeceğini bilemedi. Bir iki dakika saçmaladı, sonra sakinleşti. Silahların boncuklu olduğu yalanı onu biraz olsun rahatlatmış olmalı ki, mantıklı konuşmaya başladı.

"İyi de bu mümkün değil. Çok zor yani, nasıl getirebiliriz ki tüm koşulları bir araya? Sen kolunu kaldırıp ateş edeceksin, ben ateş edeceğim... Üstelik aynı anda..."

"Ben de sana onu diyorum işte! Biz o koşulları bir kez bir araya getirdik zaten. Ben seni gördüm, sen beni gördün. Birbirimizi gördük ve aşık olduk! Bunun bir kez gerçekleşme olasılığı bile ne kadar düşük, biliyorsun. Ne kadar şanssız olduğumuzu da biliyorsun. Zorlamayalım şansımızı, dışarıda bize başka hayat yok."

"Nasıl bu kadar emin olabiliyorsun? Hem belki iki gün sonra biz de kavga edip ayrılacağız, nereden biliyorsun?"

"Haklısın. Evimden çık git, ve bir daha da gelme!"

Birbirlerini kovalayarak uzaklaşan iki bacak. Kapı sesi. Duvardaki saatin tıkırtısı. Duvara fırlatılan tabanca. Kısa süreli gürültü. Sessizlik.

Yine yalnız kaldım. Başıma gelen en güzel şeyi siktir ettim az önce. Hiç çabalamadım onun için. O da dünden hazırmış zaten gitmeye, siktir et. Nasıl siktir edeceğim ama; deli gibi seviyorum? Sevmeyeyim. Sevmiyorum. Sevmemeliyim. Sevmeseydim keşke hiç. Sevmemiştim zaten. Ne kadar saçma bir kelime zaten bu sevmek. Yok, yanlışın var. Sevmemek saçma geldi sana. Üst üste söyledin ve saçma geldi sonunda. Aynısını sevmek için yapsam o da saçma gelirdi. Dene o zaman. Seveyim. Seviyorum. Sevmeliyim. İyi ki sevmişim. Hâlâ seviyorum. Bu daha anlamlı oldu sanki. Demiştim sana. Ama ben sevmek istemiyorum. İstiyorsun. İstemeyeyim. İstemiyorum. İstemiyorum.

"İstemiyorum! İstemiyorum! İstemiyorum!"

Ayak sesi. Bağırış. Silah sesi. Kırılan ayna. Silah sesi. Kırık ayna parçalarının üzerine boşalan beyin.



Yaza Mazar

26 Aralık 2014 Cuma

Kişisel Gelişim Dolandırıcılıktır

                Etrafımdaki bütün insanlar ağırlık kaldırıyor, koşuyor, kitap okuyor, film izliyor, müzik dinliyor, işleriyle ilgili araştırmalar yapıyor. Dışarıdan bakıldığında bunlar güzel şeylermiş gibi görünebilir. Hatta güzeldir de belki. Ama bu işleri neden yaptıklarını biliyor musunuz? Bu yazı benden "kişisel gelişim" meraklılarına gelsin.

                "Bugün yeni bir kitap aldım, bunu iki gün içinde bitirmem lazım.", "Yeni bir rock grubu keşfettim, tüm albümlerini  dinleyip, tüm şarkılarının isimlerini ezberlemem lazım.", "Abi şu yönetmeni duydun mu? Adam resmen efsane. Tüm filmlerini izlemem lazım.", "Lanet olsun yine projeler var, bunları sabaha kadar halletmem lazım." Hepimiz arada sırada bu cümlelerin türevlerini kuruyoruz bazı ortamlarda konuşurken veya kendi kendimize düşünürken. Önemli olan bu cümleleri ne kadar az kurduğumuz değil. Önemli olan bu cümleleri neden kurduğumuz.

                İnsanlar kişisel gelişimin gücünü keşfetti ve her şey sahteleşmeye başladı. Toplumda bir insan konuşulan bir konu hakkında ne kadar çok bilgi sahibi olursa, o kadar konuşma hakkı kazanıyor. O kadar bilgiyi de boşuna öğrenmiyor ya zaten, lügatında ne varsa hepsini ortaya döküyor bir anda. Bu insanın öğrenme sebebini de artık görebiliyorsunuz rahatlıkla: Hırs. Her zaman daha iyi olmak. Her zaman konuşacak bir şeyler bulmak. Her zaman daha iri bir vücuda sahip olmak. Her zaman daha düzgün kalçalara ve en az kalçaları kadar geniş bir müzik kültürüne sahip olmak. Bu şeyleri "daha iyi olmak" için öğreniyorsanız lütfen gidip kendi kendinizi dışlayın. Daha iyi olabilmek için yapılan her şey dolandırıcılıktır benim gözümde.

                Okuyor. Sürekli okuyor. Bir şeyler daha öğrenebilmek için, hakkında konuşabileceği bir şeylere daha sahip olabilmek için sürekli okuyor. Siktirip gitsin o her kimse. Çünkü sizden bir bok olmaz. Çünkü siz sahtesiniz. Çünkü siz, gelişmeye çalışmakta olan toplumun arkasından koşan, kel götlü birer maymunsunuz. O maymunla aranızdaki en büyük farkınız; gelişme hırsınız. "Ne kadar gelişmişsen o kadar ezersin." düşüncesini, o ufacık beyninizin her köşesine yerleştirmişsiniz. Yanıldığınızın farkına varmayacaksınız ölseniz bile. Bu konu benim canımı sıkıyor.

                Karnımın içinde bir şeyler var da, size teker teker kafa atmak istiyor sanki. Dışarıda kocaman bir hayat var yaşanacak; ama siz kendinizi her şeye kapatıp "kişisel gelişiminiz" üzerine yoğunlaşıyorsunuz. Kusura bakmayın da -veya bakın, sikimde değil-; sizin kişiliğiniz mi var? Hayatınıza soktuğunuz tek kural "daha iyi olmak" ve bunu başarabilmek için her şeyi yapıyorsunuz. Sırf IMDB En İyi 250 Film Listesi'nde diye, sevmediğiniz filmleri izliyorsunuz. Üç notayla çalınan sikik sokuk şarkılar dinliyorsunuz 65.000.000 izleyen sayısına ulaşmış diye. Ali'nin karın kaslarını gördün mü? Ben de six-pack yapacağım, yedi kilo protein tozu aldım bugün. Protein tozu iyi kanka, sikini de 2-3 santim uzatıyormuş düzenli kullanımda. O zaman sen düzenli kullan, neredeyse iki katına çıkacakmış bak.

                Sizler birer dolandırıcısınız! Sizler alçaksınız! Siz, kişiliği siktir edip gelişime odaklanacak kadar sik kafalısınız! Siz, çok daha enteresan küfürler hak ediyorsunuz aslında ama; onları da çalacağınızı bildiğim için içimden sövüyorum size.

                Gitmeden önce bir iki not vereyim sizlere, isteyen uygular, istemeyen uygulamaz. Umrumda değil. Bir konu hakkında bilgi sahibi olmak istiyorsanız o konuyu etrafta hava atmak için değil, kendi beyninizi tatmin etmek için değil, o konuyu merak ettiğiniz için araştırın. Merak lan, merak! Bizi taşlı sopalı çıplak adamlardan bu halimize getiren en büyük şey; merak. Herif elektriği kendimi geliştireyim diye mi buldu sizce? Tesla kendini geliştirmek için mi çıktı yola da ortalığın amına koydu? Graham Bell, komşusuna hava atmak için mi telefonu buldu? Merak eden adam gelişip bir şeyler başarır, hırs yapan değil.

                Gelişimi mecburiyet haline getirenler hayatı çözmek için uğraştıklarını söyleyip, aslında hayattan bir sikim anlamayan birer burnu havada orospu çocuğu haline geliyorlar. Önemli olan dört şey var: Samimiyet, dürüstlük, "kişilik" ve merak. Gerisi kişisel gelişimcilerin götüne girsin.


Yaza Mazar

25 Aralık 2014 Perşembe

2014 Yılın Böyle Geçti

                Facebook'un yeni getirdiği sikimsonik bir saçmalık bu. Benim de anasayfama kocaman bir pencere açmış, o pencereye fotoğrafımı koymuş ve üzerine de "Evet Yaza, 2014 yılın böyle geçti!" diye neşeli bir başlık kondurmuş. Sanki sordum sana, 2014 yılım nasıl geçti diye. Eski mesajlara bakmaya çalışsam hata verir siktiğimin şeyi, gelmiş bana 2014 yılının değerlendirmesini yapıyor...

                Umursamamaya çalışsam da, dayanamadım, girip baktım bu saçmalığın ne olduğuna. Bu saçmalığın, sikimsonik bir saçmalık olduğuna da bu saçmalığa baktıktan sonra karar verdim zaten. Ben önyargılarla hareket etmem, bir şeyleri önce inceler sonra değerlendiririm. Kimi kandırıyorum ki lan, önyargılı bir piçin tekiyim aslında. Bazı şeylerden çok ciddi şekilde nefret ederim, onların detaylarını tam olarak bilmesem de. Mesela Elif Şafak. Hiç okumadım, siksen yine okumam ama; ölümüne nefret ediyorum kendisinden de, yazılarından da.

                Bir şeyleri kullanarak insanların ilgisini çeken her türlü şeyden ve yaratıcısından nefret ediyorum. Evet, doğru duydun; yaratıcısı diyorum. Eğer, "Yaratmak Allah'a mahsustur." gibi bir saçmalıkla gelecekseniz bana, hiç gelmeyin. Çünkü karşınızda ateist bir piç duruyor aynı zamanda. Bunların konuyla bir sikim ilgisi yok, bu sefer sadece zamanınızı çalmak istedim. Okuduğunuz bu şeyler sizin hayatınızda hiçbir işe yaramayacak. Beni anlamak için okuyorsanız da direk vazgeçin bu sevdadan; bir bok anlayamayacaksınız çünkü.

                Fotoğraflar, durum güncellemeleri, saçma sapan bir sürü şey... 2014 yılım böyle geçmiş. Sen ne biliyorsun Facebook, ha? Ne biliyorsun? Kullanıcı adım ve şifrem veritabanında var diye benim hayatımı tüm hatlarıyla çözüp elime verdiğini mi zannediyorsun sen? O sikik uygulamaların senin olsun, kullanıcı adımı ve şifremi de yetmiş ikilik fontla alüminyum levhanın üzerine yazdırıp götüne sokabilirsin. 2014 yılım böyle geçmişmiş, amına koduğumun sitesi...

                Üç yıl önce, 2012'ye gireceğimiz zaman, hatta 2012'ye birkaç dakika kala düşünmeye başlamıştım. Bu senem nasıl geçti? Bok gibi. Neden bok gibi? Çünkü yalnızım. Çünkü kendimden nefret ediyorum, çünkü çok fazla insanın üzülmesine sebep oldum. Neyse, 2012 bu kadar kötü olamaz, artık ondan eminiz en azından.

                İki yıl önce, 2013'e girmek üzereyiz. Bu senem nasıl geçti? Bok gibi. Neden? Bir şeyler ters gidiyor. Olmamam gereken bir yerlerdeymişim gibi hissediyorum. Ne yaptığımı bilmiyorum. Hâlâ yalnızım. Arkadaşlarım hâlâ yanımda ama; onlar da gidecek, biliyorum. Neyse, artık daha kötü bir sene geçiremem herhalde.

                Geçen sene (diyebilirim artık), bu amına koduğumun 2014'üne girdik. Ocak 1, öğlen saatlerinde üç yüz kilometre yol yapmak üzere otobüse bindim. Eve dönüyorum. Sonunda düşünmek için fırsat bulabildim. Gece düşündüklerimi hatırladım, o anki düşüncelerimle birebir uyuyordu. O zaman ben bu düşünceleri hayata geçirmeliyim dedim kendime. Gelin bakın bu düşünceler neydi:

                1) Düzene girilip okula devam edilecek, düzenli ders çalışılacak.
                2) Ota boka üzülünmeyecek, her şey kafaya takılmayacak.
                3) Her şeye sinirlenilmeyecek, sakin kalınacak.
                4) Yeni arkadaş çevresi edinilecek, arada sırada onlarla da içilecek.
                5) Az içersen iyi olabilir, veya siktir et bunu.
                ...

                Bu şekilde uzayıp giden bir liste hazırladım kendime. Bu listeyi hazırlama sebebim neydi peki? Onu da anlatayım.

                Bok var gibi düşünüyordum Aralık 2013'ü Ocak 2014'e bağlayan gecede. Önceki senelerim bok gibi geçti, bir sürü şey yaşadım, bir sürü şey kaybettim, hâlâ istemediğim şeyler yapıyormuşum gibi hissediyorum, bazı şeyler hâlâ canımı sıkıyor. Olsun. En kötü senemi atlattım, daha kötüsü gelemez artık başıma.

                Aralık 2014, gün 25 olmuş, saat gecenin bilmem kaçı. Bu seneyi düşünüyorum. Bu amına koduğumun senesini, hayatımı büyük bir zevkle sikip atan orospu çocuğu 2014'ü düşünüyorum. Diğer senelerle kıyaslarsam kıyamet gibi bir sene geçirdim. Önceki senelerin güzel olduğu anlamı çıkmasın buradan, o seneler de gerçekten boktandı; ama bu sene bambaşka. Bu sene, hiç izin almadan mutluluğumu çaldı benim. Bu sene, hiç fark ettirmeden sırtıma bir silah dayadı ve tetiği çekti ve kemiklerimi ve ciğerimi ve kalbimi parçalayarak terk etti vücudumu. Bu sene, acıdan döktüğüm saçlarımı eline aldı ve ağlamam için uçlarını gözlerime ve kalbime batırdı, tek tek...

                Her şeye rağmen dayandım. İyi dayandım diyemem ama; dayandım. Delirdiğim anlar oldu. Sokakta bağıra bağıra şarkı söyledim gecenin dördünde. Bağıra bağıra, ağlaya ağlaya dolaştığım geceler oldu. "Uyanın lan! Ben uyuyamıyorum bu acıdan be, ben uyuyamıyorum." diye bağırırken, boğazıma yediğim bir yumruk kesti sesimi bir gün. İçkinin dibine vurup insanlarla kavga ettim, orospu çocukluğunun sınırlarını zorlayıp sarhoşların şaraplarını çaldım. İçkime karışan polisle bile amlı götlü konuştum, hiçbir şeyi umursamadan. Sicilime işlenirmiş, iş bulamazmışım. "Sicilimi sikeyim lan! Sicilime işlenecek suçu sikeyim! Senin, benim kalbime ne acıların işlendiğinden haberin var mı? O zaman konuşmaya hakkın yok. Kağıda sarar içerim ben de. Oldu mu böyle? Kimlik sende kalsa da olur, bende kimlik çok..."

                Uzun bir süre olmuş, hâlâ toparlayamamışım kendimi, onlar öyle diyor. Ben hayatımda ne bokların olup bittiğinin farkında değilim zaten. Umrumda da değil artık açıkçası. Ha mezun olmuşum, ha olmamışım. Ha yazmayı öğrenebilmişim, ha öğrenememişim. Ha sevilmişim, ha sevilmemişim. Ha mutlu olmuşum, ha olmamışım. Hiçbiri zerre kadar sikimde değil. 2015 gelecek bir hafta sonra. 2014'ten daha kötü olabilir mi bilmiyorum. Pek de umursamıyorum dediğim gibi. İki bin on beş, altı, yedi, sekiz... hiçbiri gelmese de olur artık.


Yaza Mazar

18 Aralık 2014 Perşembe

Bulaşık Bezi

Hayatta yağmur olmak da var, bir şişe içinde su olmak da…
 Ben hep mutfak damacanası oldum. İsteyen istediğinde kafama basıp içimi dışıma çıkardı ve parkelere dökülmeyeyim diye altıma bir havlu serildi. Dökülmemin engellenmesine gerek yoktu, yere dökülmeyeyim yeterdi…
Bugün yine buzdolabının üstüne baktım. Yapılacaklar listem. Her zaman yatmadan hazırlarım. Az uyuduğum için  unutganım. Kafama kaç kez basılacağını yazarım hep böyle.
 Dosyalar hazırlarım, ütü yaparım, toplantıya koşarım, salata yaparım,  onlar televizyona bakar ben listemi hazırlarım. Damacananın altına bir havlu koyarım. Parkeler ıslanmasın…
 Bugün kafama en az on kez basılacak.
Belki de izin vermem! Nihayetinde güçlü bir damacanayım. Bir tren bileti alacağım ve…
Sadece o kadar işte!
  Her şey saniyenin onda birindelik bir anda geçti. Hızla sırt çantamı aldım. Gerekli her şeyi koydum, zaten çok az şey gerekliydi.
Öyle koştum ki merdivenlerden, asansör aklıma gelmedi. İstasyon meğer ne yakınmış! İlk gelen trene atladım.
  Dünyanın en güzel treni olmalı bu. Dışarda uzun uzun otlaklar var. Öldüğümde böyle olacak işte. İncecik bir elbiseyle, çıplak ayaklarım nemli toprakta, saçlarım nazikçe uçuşurken, sonsuz mutluluğa sahip olacağım.
  Otlar bacaklarımı ve avuç içlerimi gıdıklayacak. Şimdi gördüğüm tüm bu güzel şeyler, yalnızca oradaki gerçek dünyanın yansımaları olsa gerek. Cennet ya da idealar evreni gibi.
Başımı cama yaslayıp özlediğim tüm duyguları kokluyorum bir süre daha. Sonra çantamda telefonum çalıyor. Evden arıyorlar.
 Kapat tuşuna basıyorum, sadece bir gün olsun, otlarla birleşen bir yağmur damlası kadar özgür.

    Ben bugün yağmurum…   Bukalemun

13 Aralık 2014 Cumartesi

Boşlukları Sen Doldur

                Sevgili _______;

                Bir anda düşüverdin aklıma. Nerelerdesin, ne yapıyorsun bilmiyorum. Umarım iyisindir... Ben de iyi sayılırım. Tuttuğum odanın günlük ücreti artınca, iki arkadaşımla kiralık bir eve yerleşmek zorunda kaldım. Tanısan seversin onları. Daha tanışalı bir buçuk hafta oldu ama; onlara cidden _____  ısındı. Bilirsin, kolay kolay ısınamam insanlara; ama bu ikisi bir harika! Bir gün fotoğraf makinesi bulursak, onlarla beraber bir fotoğraf çektirip yollarım sana.

                Bugün bir farklılık yapmak istedim sana yazarken. Bugün yazdıklarımı sadece okumayacaksın. Bugün senden bir şey istiyorum. Gördüğün zaman fark etmişsindir ki; bazı yerleri boş bıraktım. Senden isteğim; bu boşlukları doldurman ve sonraki mektubunla beraber bana yollaman. Yabancı dil sınav soruları gibi, değil mi? Bu biraz daha ______olabilir ama...

                Seninle görüşmediğim günlerim, büyük bir tembellikle geçip gidiyor. Geçip gidiyor dediğime bakma, aslında o kadar yavaş geçiyor ki, bazen zaman _____ gibi hissediyorum. Okumaya çalışıyorum, aklıma gülüşün geliyor; okuyamıyorum. Yazmak istiyorum, bir anda hayallere dalıyorum ve hayallerimin içinde sen bana bakıyorsun. Söylsene, sen bana bakarken ben nasıl yazabilirim?

                Sana bahsettiğim güvercinler camın önüne yuva yapmış. Bulduğum ekmekleri ufalayıp döküyorum camın önüne. Geldiklerinde o kadar iştahla yiyorlar ki, anlatamam _____. Yuvalarını, söylendiği gibi, dişi kuş mu yaptı bilmiyorum. Onlar evlerini bir gündüzkonduruverirken, ben kaçıncı uykuyu uyuyordum kim bilir...

                Hep anlatıyorum sana. Gerçekten tembelleşiyorum gün geçtikçe. Gün geçtikçe yokluğun daha da hissedilir bir ___ almaya başlıyor. "Yokluğa insan zamanla alışır." diyorlar, insan olmadığımı düşünmeye başlıyorum öyle olunca da. Ben artık pek manasız buluyorum hayatı sen yokken. Sanki içimde bir yerlerde bir ______ var gibi. Varlığını alıp gitmişsin de yerin ___ kalmış gibi.

                Küçük oyunlar yapmaya devam ediyorum sana böyle. Belki hoşuna gidiyordur hâlâ, gidiyor mu? Sevmediysen eğer, yukarıdaki boşlukları doldurmasan da olur. Sevdiğin bir şey burada seni bekliyor hala. Sevdiğin bir şey seni çok seviyor, ve çok özlüyor. Gelip de ondaki boşluğu doldursan ne olur?

Sevgiyle kal.


Hâlâ adam olamamış adamın, 

Yaza


NOT: En üstteki boşluğu doldurmasan da olur. Sonuçta sana yazdım bu yazıyı.


Yaza Mazar