15 Şubat 2016 Pazartesi

GELE

                Yaz başlarıydı onunla konuştuğumda. " Hastasın." demişti, gayet ciddi bir şekilde. Sesinde ne bir kararsızlık, ne bir korku, ne de bir endişe vardı. Duyguların işgal edemediği o temiz ama çirkin suratla aramda aynen şu konuşma geçmişti:

" Durumun zor. Erken geldiğin için şanslısın demek isterdim ama sen çok geç kalmışsın. Daha önce hiçbir anormallik fark etmedin mi?"

" Fark etmedim desem yalan olur be doktor bey. Arada sırada ufak tefek çarpıntılar, dalgalanmalar - siz buna ne diyorsunuz bilmiyorum- yaşıyordum fakat çok da önemsememiştim. Üstelik sağlığım da gayet yerinde gibi gözüküyordu. Dediğim gibi, grip bile olmadım hiç; sadece bu ufak tefek dalgalanmalar..."

" Keşke biraz olsun ciddiye alsaymışsın. Şu anda sana önerebileceğim sadece iki seçenek var. Birisi risklidir ama çok düşük bir ihtimalle de olsa iyileşmeni sağlayabilir. Diğer seçenek ise seçim aşaması için çok daha kolay, fakat ilerleyen zamanlarda canın daha çok yanabilir. Hastalığın ilerleyecek."

" İlk seçeneğim ne? Ve lütfen herhangi bir terim kullanmadan anlatın, ne yaşayacağımı tam olarak anlamak istiyorum."

" Bak bu yumruğum senin kalbin olsun," dedi yumruğunu göğüs kafesine götürürken. " Göğüs kafesim de senin sırtın. Yumruğumla göğüs kafesim arasında, yani senin kalbinle sırtın arasında duruyor bu kabarcık. Balonun içine hava üflemişsin gibi düşünebilirsin. Sen nefes aldıkça kalbin kanı sızdırarak bu balonu şişirmiş. Şimdi de kalbine zarar veriyor. İlk seçeneği seçersen eğer, vereceğim belgeleri imzalayacaksın ve kalp ameliyatı olacaksın. Bahsettiğim balonu patlatacağız, işler iyi giderse de uzun bir süre daha yaşayacaksın... yani, ölürsen de bu sebepten olmaz. En büyük sıkıntısı, patlayan balonun kalbe zarar vermesi. Böyle bir durumda ölme ihtimalin var. Bu seçenek biraz zorlu. Ama uzun yaşayabilmen için tek seçeneğin bu."

" Peki ya ikinci seçenek?"

" İyileşmesini umarak hiçbir şey yapmadan bekleyeceksin. Zaman geçtikçe acın daha da artacak. Ufak da olsa bir iyileşme ihtimali var tabii ama ameliyat kadar yüksek değil. Ben ilk seçeneği tercih et derim. En azından denemiş olursun. Diğer türlü yaşasan da çok acı çekeceksin."

                Üç gün doğumu kadar uzun bir süre oturup düşündüm orada. Cesaretimi toplayıp hadi yapalım diyebilirdim. Pişman olmaktansa  veya daha fazla acı çekmektense bu işi şimdi sonlandırayım diyebilirdim. Sonunda ölme ihtimalim vardı ama. O kadar da basit değil ki. Tüm hayatın bir anda sonlanacak. Nereye gideceksin, ne olacaksın bilinmiyor. İkinci seçeneği seçseydim de ileride pişman olacaktım. Acılar içinde kıvranacaktım belki de, sırf iki üç yıl daha uzun yaşayayım diye. Kararsızlıklar insanı mahvederdi, bir an önce karar vermeliydim. İki gün düşünmek için zaman istedim, ve bir sigara yakıp eve döndüm.

                İki koca gün düşündükten sonra tekrar buluştum onunla. Seçimimi sordu. İlk seçeneği seçmemi bekliyordu ve hatta istiyordu. İşini bırakıp beni dışarı çıkardı. Dolaştık, seçeneklerden bahsettik, ikişer bira içtik. Her boşlukta hastalığımı tekrar hatırlatıyordu bana. Cesaretimi toplayıp bu işe son vermem gerektiğini söylüyordu. Eve gitmek istediğimi söyledim, bırakmadı. O gün o işi bitirmemiz gerekiyormuş. Başka seçenek bırakmıyormuş bana. Kararımı verip söylemeliymişim. Üstelik ailesi de rahatsız olmuş kendisinin benimle vakit geçirmesinden. Beni, yani hastasını; eşinden, çocuklarından daha çok görmeye başlamış, eşi öyle söylüyormuş. Ama ben ölüyorum değerli hanımefendi? Acı çekiyorum ben? Üstelik benim yaşadığım ikilem mavi koltuk takımı ve gri koltuk takımı arasında falan da değil. Hayat meselesi bu. Bütün geleceğime karar veriyorum ben. O ilgisiz dediğin kocan belki de bunu fark edip de uzak kalmak istemiştir senden. Ufak tefek şeyleri ölüm kalım meselesi haline getiriyormuşsun. Evet, biraz bahsetti senden ve bir şey söyleyeyim; sana gerçekten aşık olmasaydı onunla hiçbir şansın olmazdı. Çünkü anlatılanlara göre ağaçkakandan bir farkın yok. Beyinkakan! O gün kararımı açıklamamı beklerken Beyinkakan aradı ve bizim doktor evin yolunu tuttu.

                On ay sonra sahilde karşılaştım onunla. Karısını ve doğacak çocuğunu trafik kazasında kaybetmiş. Diğer oğlu bir iki kırıkla atlatmış kazayı. Kendisi de kafayı kırmış ve geçmişinden arda kalan tek oğlunu da baldızı almış götürmüş. Bizim doktor da bu facialara dayanamamış ve kafayı kırmış. Şiir yazıyormuş bu aralar ve içiyormuş bol bol. İçkiden bahsedince aklına ben gelmiş olmalıyım ki, benim halimi sordu.

" Çok uzun bir süredir çok acı çekiyorum."

" İyi geliyor mu?" dedi, elimdeki matarayı göstererek. Ufuk çizgisine baktım olduğum yerden.

" Bana iyi geliyor. Her gün içiyorum bunlardan. Kendimi şarap kültürü gelişmiş biri sanıyordum ama şaraplar hakkında bildiğim hiçbir şey yokmuş aslında. En güzel şarap, en ucuz şarapmış."

                Nezaketen gülümsemeye çalıştım, beceremedim. Sessizliği bozmak istemiyordum; fakat içim içimi yiyordu.

" Sen haklıydın doktor."

" Hangi konuda?"

" Yüzleşmezsen daha çok acı çekersin demiştin. Evet, çok acı çekiyorum. O güne geri dönebilsem belki de dediğini yapardım."

" Peki bugün olsa?" dedi, delice bir ifadeyle yüzüme bakarak.

" Nasıl yani? Sen hala doktorluk yapıyor musun?"

" Ne doktorluğu?"

"..."

" Bak, son kez söyleyeceğim. O zaman şansın vardı, kullanmadın. Şimdi pişmansın, geçmişe dönmek istiyorsun. Ben de sana diyorum ki, senin için zaman makinesi yapamam. Ama bugünden sonraki hayatını kurtarabilmen için elimden geleni yaparım. Tek bir şartım var; bundan sonra ne dersem onu yapacaksın. Hiçbir söylediğime karşı çıkmayacaksın. Kabul mü?"

" Sen... ne..."

                Yerden bir taş aldı, cebinden bir kalem çıkardı ve üzerine adımı yazdı. Taşın arka yüzünü çevirdi ve kalbimin arka yüzünde yazanı da oraya yazdı. Avucumun içine yerleştirdi ve ellerimi sıkıca tuttu.

" Bu yüzük karımın...karımındı... Üzerine senin ismini ve hastalığının halk dilindeki ismini yazdım, ve bir de aralarına kalp koydum, hehe. Bunu saklayacaksın. Üzerindekilerden herhangi biri silindiği anda beni bulacaksın ve sana yapman gerekeni söyleyeceğim."

                Beş dakika daha oturdu ve kalkıp gitti yanımdan. O gün bütün gecemi düşünerek geçirdim. Ertesi gün kalktım ve bir mezar yaptırdım kendime. Kefenimden, tabutuma kadar; her işimi hallettim. Bundan sonra yapmam gereken sadece iki şey vardı. Taşı -yüzüğü- mezarıma gömdüm, yazıların silinmesini bekledim. O günden sonra ne doktoru gördüm, ne de acı çektim. Ve asla mezarıma gitmedim.




Yaza Mazar