Her
günkü dertlerimle dönmüştüm eve. Kafam iyiydi. Arabayı, kaldırıma sıfır
yanaştırdım. Hiçbir şeyin arasında mesafe olmamalı diye düşünüyordum. Benim
dışımda hiç kimsenin, hiçbir şeyin arasında mesafe olmamalıydı. Mesela bir
sıkıntın mı vardı; yanındakine anlatmalıydın. Her şeyi içine atarak mesafe
koymamalıydın araya.
Hız
yaptım; arabayı yüksek devirlerde kullandım, söylediğim acılı şarkılar kulağıma
gelmesin diye. Bütün derdini kaldırıma anlatsın diye de arabayı sıfır
yanaştırdım kaldırıma.
Apartman
kapısını açtım. Kapanırken çıkardığı yüksek sesi duymuş olmalı ki; annem açtı
evin kapısını. Ayakkabılarımı çıkarıp içeri girdim. Biz elit değiliz. Bin beş
yüz metrekare evlerimiz yok. Biz evin içinde ayakkabıyla gezmeyiz. Bizim
evlerimiz küçük, çabuk kirlenir. Bizim evlerimiz küçük. Sizinki gibi
acılarımızı gizleyebileceğimiz çok fazla yer yok... Odama girip elimdeki bira
torbasını masamın yanına bıraktım.
Bilgisayarım
açıktı. Microsoft Word 2007'nin başlat menüsündeki kısayol tuşuna tıklayarak
acı günlüğümü açtım. Ulan, dedim. Dur. Benim yarım kalmış bir hikayem vardı.
Kafamda o an çok bir şey olmasa da; önceden aklıma gelenlerle belki bir şeyler
yazabilirim diye düşündüm. Yazılarımın olduğu klasörden hikayemin olduğu
dosyaya çift tıkladım, o sırada kapım tıklandı.
Henüz
hiçbirini alıp içmeye başlamadığım biralarımı masanın altına iteledim. Sanki
içtiğimi bilmiyorlarmış gibi, gizlemeye çalıştım. Neyse, dedim. Annem girdi
içeriye. Yanıma geldi. Bıraktın mı xx arkadaşını, dedi. Bıraktım, dedim, sanki
bırakmamışım gibi kendimden emin olamadığım bir sesle. Yanıma geldi, oturduğum
sandalyenin hemen yanına. Yanımda duruyordu, ayakta.
" Hala anlatmayacak mısın ne olduğunu?"
Cevap vermedim.
" Oğlum, niye böyle oldu, ne seni üzen bu kadar? Biraz
anlat, rahatla bari." dedi.
Hiçbir
şey söyelemedim, her zaman yaptığım gibi. Hala ayaktaydı, boynuma sarıldı.
Başka zaman olsa kaçardım hemen. Bu sefer kaçamadım. Bir şeyler kendime engel
olmama engel olmuştu bu sefer. Başımı dayadım karnına, beni dokuz ay taşıdığı
yere. Güzel şeyleri düşündükçe içim daha kötü oluyordu. Güzel şeyler
yaşamıştık, ve ben her şeyi berbat ediyordumSevdiğim pek çok insanla güzel
anlar yaşamış, güzel anılar biriktirmiştim... İçinde bulunduğum durum
yüzünden, bu anıları düşünmek istemiyordum. Düşündükçe daha kötü olacağımı
biliyordum çünkü. Düşündükçe daha da dibe batacaktım. Gözlerim doldu, yaşları içime
boşalttım. Hiçbir şey söyleyemedim.
" Eskiden anlatırdın sen her şeyi bana." dedi.
" Bir şey olursa gelip anlatırdın bana. Ben de sana anlatırdım hep. Kötü
bir şeyler olduğu zaman anlatmadım mı ben sana? Hadi anlat artık ne olduysa,
akıt içindeki zehri."
" Bir şey olduğu yok."
" Bir şey olmuş, bir şey olmasa niye böyle durasın? Ben
seni bilmiyor muyum? Azcık anlat da rahatla bari biraz."
Hayatım
sikildi benim. Ne olduğunu tespit edemediğim sebeplerden ötürü hayatım sikildi.
Kim olduğumu, ne yaptığımı ve ne yapacağımı bilmiyorum. Ne hissettiğimi bile
bilmiyorum ben artık. Nereye baktığımı, nereye bakacağımı, baktığım yerde ne
gördüğümü veya ne görmem gerektiğini bilmiyorum. Gözlerim yok benim artık.
Anlıyor musun? Gözlerim yok benim! Hayat beni terk edip gidiyor. Sevdiğim
şeyler beni birer birer terk edip
gidiyor ve ben bir şey hissedip hissetmediğimi bile bilmiyorum artık. Yüreğim
yok benim, anlıyor musun? Yüreğim yok benim!
" Git artık. Bir şey olduğu yok."
" Olmuş bir şey, yanındayım bak, anlat hadi."
" Yok bir şey. Hadi..."
" Merak ediyorum ama. Üzülüyorum ben senin bu haline. İstediğin
zaman anlatacak mısın peki?"
" Bilmiyorum ne olduğunu. Bilsem de anlatmayacağım.
İstesem de anlatmayacağım. Faydası olmayacak çünkü. Senin çözebileceğin hiçbir
şey yok benim hayatımda. Git artık! Yalnız bırak beni!"
Ben, benim ağzımı sikeyim.
" Konuşmak için hazır hissedersen gel anlat o
zaman." dedi ve çıktı odamdan.
Bir
çare bulabilecekmişim gibi, "xyz1" adlı World dosyasına geçtim Alt
Tab ile. Arkada "I remember you" çalıyordu. Yedi sayfasını önceden
bitirdiğim hikayeme baktım. Şu an bu yazıya ekleyebilecek hiçbir şeyim yok,
diye düşündüm. Çıkış yapıp diğer belgeye geçtim. Boş sayfa. Tertemiz. Yeni bir
başlangıç gibi. Yeni bir umut gibi. "Bir umuttu yaşatan insanı, aldım
elime sazımı." diye mırıldandım kendi kendime. Gitarıma baktım, üç gün önce
nasıl parçaladıysam öyle duruyordu. Kırdığım kalpleri düşündüm. Acaba onlar da
öyle kırık bir şekilde duruyor muydu?
Kendimi düşündüm.
" Sen kendini tamir edebildin mi?"
" Edemedim."
" Hala kırıksın, değil mi?"
" Evet."
" Onlar da öyle işte."
" Düzelmişlerdir be biraz."
" Bok düzelmişlerdir. Sen bu dünyada bir şeyin
düzeldiğini gördün mü lan?"
" Belediyenin önündeki 'fışkiye' vardı. Düzeltmediler
mi onu?"
" O 'fışkiyenin' kalbi var mı lan?"
" Yok mu? Eylemlerde ölenlerin haberlerinden daha
acıklı bir şekilde gündeme gelmişti."
" Siktirtme 'fışkiyeni' şimdi. İyileşen bir şey yok
lan. Git de özür dile diyemiyorum sana; ama annene yaptıkların hoş değildi.
Benim hatrım için git konuş bari kadınla lan."
" Ne konuşacağım lan? Ne konuşacağım? Ne anlatayım ben?
Kendime bile anlatacak bir şey bulamıyorken, yazamıyorken, gidip insanlara ne
anlatayım konuşarak?"
" Derdini anlat."
" Sen nasıl bir iç sessin amına koyayım, sen bile
anlamamışsın lan beni! Benim ne derdim var, sen biliyor musun? Ben bile
bilmiyorum ulan, hala anlamadın mı? Siktir git kafamın içinden! Siktir git!"
Boş
sayfayı ve iç ses penceresini kapatarak yatağıma uzandım. Alkolün etkisiyle,
sızmam uzun sürmedi. Rüyamda bir araba gördüm. Köprüye, yıkılıp denizin içine
gömülmüş bir köprüye doğru gidiyordu, orada artık bir köprünün, bir yolun
kalmadığını bilmeden. Ben de süper kahraman gibi bir şeymişim. Ellerimde bir
çeşit mıknatıs varmış. Sadece istediğim zaman, istediğim şeyleri çekebiliyormuşum.
Deniz manzaralı bir binanın çatısında içiyorken görmüştüm ben arabayı. İstersem
peşlerinden giderek kurtarabilirdim. Dur dedim biraz daha. Belki fark edip
dururlar. Köprüye kadar yolları var daha. Biraz manzaraya baktım, biraz
içkimden yudumlandım. Baktım arabanın duracağı yok. Binadan atladım,
mıknatıslarla kendimi binanın çatısına çektim birazcık ve yavaşça inmiş oldum
aşağıya. Arabaya doğru çektim kendimi özel gücümle. Köprünün neredeyse ucuna
gelmişlerdi. Mıknatıslarımı aktifleştirip arabaya uzattım ellerimi. Olmuyordu.
Arabayı çekemiyordum. Ayaklarımın kaydığını fark ettim. Araba, kendi
momentumuyla beni de çekiyordu! Etraftaki direklere tutundum, onlar da benimle
beraber geldi. Son bir umutla, köprüye varmadan son direğe tutundum. O da geldi
benimle. Kendimi bir anda yolun sonunda buldum. Araba da suya doğru iniyordu.
Mıknatıslarımı durdurdum. Artık çekmeye devam edemezdim, onlar beni aşağıya
çekerdi çünkü. Düşüşlerini izledim. Ağlamaya çalıştım, uyandım.
" Senin ben rüyanı sikeyim, beni de uyutmadın."
" Yine mi sen lan? Ben sana git demedim mi?"
" Dedin. Gel de dedin ama. Bana ihtiyacın olmasaydı,
ben burada olmazdım."
" Siktir git. Gidip annemle konuşacağım."
" Aklın yolu bir. Sonunda lafıma geldin."
" Köprüden düş ve bir daha geri gelme!"
Odamdan
çıktım, annemin uyuduğu odaya girdim. Uyuyordu hala. Yüzüne baktım, o da
solmuştu benim dertlerim yüzünden. Alnını okşadım yavaşça. Hava soğuk,
üşümüş. Yanakları da buz gibiydi. Boynuna kadar örttüm üstünü, odama döndüm.
Geceden kalma biramı alıp kafama dikerken aynaya baktım. Ben bile daha
canlıydım! Alnıma dokundum, sıcaktım. Yanaklarım da sıcaktı. Odamdan çıkıp
yatak odasına gittim. Yatak odası benim odamdan daha sıcaktı! Hayır, hayır
amına koyayım. Havale geçiriyor olayım, lütfen, lütfen ölüyor olayım. Gece
götümü başımı açıp hasta olmuş olayım, lütfen!
Annemin
boynuna koydum elimi, boynu da soğuktu.
" Senin ben ağzına sıçayım lan! Al orospu çocuğu,
yaptığına bak. Öldürdün kadını lan! Senin boktan dertlerin yüzünden kadın öldü!
Bundan daha büyük bir derdin var mı lan şimdi, söyle bana, var mı! Senin, senin
derdini sikeyim ben lan! Senin hayatını sikeyim ben!"
" Benim değil, senin derdin bunlar. Sen öldürdün
anneni. Ben neredeyim lan? Beni görüyor musun sen? Duyduğun her sesle
arkadaşlık edecek kadar gerizekalı mısın sen? Yokum amına koyayım ben, hala mı
anlamadın? Yokum, ve hiç olmadım."
Telefonu
aldım elime, 122'yi aradım. Yaptığınız akıllı telefonu sikeyim lan, 112
diyorum, ne işim olur benim 122 ile! 122 ne hem, ne boka yarıyor, öyle bir hat
var mı! Kapatıp tekrar çevirdim numarayı. Bir adam açtı telefonu.
" Çabuk gelin! Annem buz gibi! Çabuk gelin! Bir şey
yapın lan, çabuk gelin! Evimiz hastanenin dibinde amına koyayım! Hadi gelin
artık!"
Konuşmanın
devamını hatırlamıyorum, üç dört dakika sonra ambulans geldi kapıya. Çıkıp
apartman kapısını açtım. Sanki kapı otomatiği çalışmıyormuş gibi aşağı inip,
apartman kapısında karşıladım adamları. Yukarı çıktık beraber, kapı yüzüme
kapanmış. Aklımı sikeyim! Aklımı sikeyim! Neden araya bir şey koymadım? Neden
anahtarı yanıma almadım? İçimdeki öfkenin bir kısmıyla kapıya omuz attım. Beş yüz
lira kira ödediğimiz evin ahşap kapısı açılıverdi hemen. Görevlileri içeri
aldım.
" Gidin! Koşun! Şurası yatak odası!"
Koşarak
odaya girdiler. Korkumdan bakamıyordum. Koridora oturdum, başımı dizlerimin ve
dirseklerimin arasına aldım, sayıklamaya başladım:
" Benim yüzümden oldu! Hepsi benim yüzümden oldu! Senin
ben derdini sikeyim! Ben senin derdini sikeyim! Her şey senin yüzünden! Her şey
benim yüzümden!"
Kafamı
duvarın köşesiyle patlatmaya çalışırken, görevlilerden birisi gelip bayıltmış
beni. Sonradan öğrendim. Gözümü açtığımda hastanedeydim. Kollarım rahatsızdı.
Yana dönmek istedim, bileklerim engel oldu. Kolumdaki seruma baktım. Bileklerimde
de kemerler vardı. Beni bağlamışlardı! Ulan beni getirmeyecektiniz hastaneye!
Hasta olan annemdi! Sizin yapacağınız işi sikeyim ben! Ulan öldürdünüz kadını,
değil mi? Öldürdünüz, değil mi! Benim yüzümden! Öldürdüm, değil mi!
Annem
suratlı biri gelip; annemin, çocukluğumda anlattığı masalları bulup doldurduğu
bir
iğneyi dayadı kolumdaki açık damardan içeriye; bayıldım...
Tekrar
uyandım, tepemde şerefsiz bir doktor var.
" Annen çok iyi!" diye bağırdı kulağımın dibinde.
" Annenin hiçbir sorunu yok. Sadece biraz derin uyumuş o kadar."
" Doğruyu söyle bana! Çözün lan beni! Nerede annem?
Gidip annemi göreceğim! Nereye koydunuz onu orospu çocukları, çabuk
söyleyin!"
" Kaç tane sakinleştirici iğne yaptık sana, hala mı
düzelmedin? Başındaki kemeri çözeceğim şimdi, sakin ol."
Bant
çözüldü, doktora kafa atmaya çalıştım, uzanamadım.
" Sakin ol diyorum sana. Boşu boşuna iğne yeme tekrar.
Bak şimdi sağ tarafına."
" Baktım amına koyayım, ne olacak? Baktım hani, ne var?
Amına koduğumun güneşi de, yeşilliği de sizin olsun! Ne yaptınız anneme lan,
annemi gösterin bana!"
" Hemşire hanım, bir sakinleşitirici daha yapın."
" Dur ulan, dur! Valla sıkarım kendimi, iğne içimde
kırılır, daha çok uğraşırsınız! Nerede annem! Annemi gösterin bana!"
" Şimdi beni iyi dinlemeni istiyorum. Alkolün,
ilaçların ve yaşadıklarının etkisiyle şu an istemediğin şeyler görüyorsun.
İstediğin şeyleri göremiyorsun da diyebiliriz. Annen burada. Şu an seni
izliyor. Senin ne yapacağını, nasıl uyanacağını bilmediğimiz için odanın dışına
aldık onu. Dışarıdan seni izliyor şu an."
" Lan siktir git! Çocuk mu kandırıyorsun sen! Çöz
şunları! Çözmezsen buradan çıktığımda ağzını burnunu kırarım senin!"
Önce
göz kapaklarımın karanlık kırmızılığını gördüm, sonra beynimin en arka tarafına
gömülmüş gizli bir gözüm varmış gibi, o gözle etrafı gördüm. Uyuşturuluyordum.
Birazdan bayılacaktım. Bir iğne, iki iğne, üç iğne, dört iğne... Son iğne
damarlarıma girdiğinde annemi gördüm. Ruhlar gerçekten yaşıyormuş demek ki
dedim. Bir şekilde yaşıyormuş bizimle. Veya sadece bir anıdır. Kafamı
karıştırıp duran şu iç ses gibidir belki. Belki iç görüntüdür bu da. Başka ne
görünebilirdi ki benim içimde zaten şu an? Yine bayıldım.
...
" Kediler götüne girsin! Kediler götüne girsin!
Kedilerin götlerinden çıkan kurtlar götüne girsin, götünü kemirsin! Kediler
götüne girsin!"
" Koğuş kalk! Koğuş kalk! Terlikle ne işin var senin
dışarıda lan! Botunu tavşan mı kaptı! Ne işin var terlikle dışarıda! Tavşan
yedi ayağımı, tavşan kopardı tırnaklarımı!"
" Güldüreyim mi, güldüreyim mi? Ağzını yüzünü
güldüreyim mi? Gül vereyim mi abi? Gülüvereyim mi!"
Bileklerimi,
belimi ve alımı sıkan kemerler yoktu bu sefer. Sadece uyandım. Nemli, beyaz bir
çarşafın üzerinde uyandım. Küçük bir odadaydım. Tek açık yeri, sahip olduğu
kapının küçük çerçevesi olan bir odadaydım. Ayağa kalktım, odada dolandım.
Etraftaki seslerin etkisiyle olacak ki, kendimi biraz daha sağlıklı hissettim.
Önce bir hemşire baktı kapıdan, sonra doktor geldi yanıma.
" Bugün daha iyi misin?"
" Benim bu insanların arasında ne işim var?"
" Kötü bir dönemden geçiyordun. Akıl sağlığının farkına
varabilmen için seni akıl sağlığı yerinde olmayanların yanına, akıl hastanesine
koyduk."
" Lan sen benim akıl sağlığımı boşver, annem yerinde
mi? Nereye gömdünüz onu? Gidip bakıyor musunuz her gün? Lan, ya biri çaldıysa
onu toprağın altından! Çalmasalar da çürüyor lan orada o! Çıkarın onu oradan!
Çıkarın lan!"
" Bağır istediğin kadar. Bağır da kendine gel. Eğer
sakin olabilirsen, anneni göstereceğiz sana."
" Lan nasıl sakin olayım! Anneme götür beni! Ne
yaparsan yap; istersen her yerimi bağla, anneme götür, onu göster bana!"
" Biraz uzaklaşalım lütfen. Gördüğünüz gibi, şu an sizi
ne görebiliyor, ne de duyabiliyor. Geçici bir dönem olduğunu düşünüyoruz; fakat
uzun süreli bir..." Sesler azaldı ve yok oldu.
" Sizin ağzınıza sıçayım lan ben! Çıkarın beni buradan!
Çıkarın lan! Yanlış yerdeyim ben! Ağırlaştırılmış müebbet verin bana, hapse
atın lan beni! Ağzımı burnumu kırsınlar, dövsünler beni orada! Alın lan beni
burdan! Katilim ben! Benim yüzümden öldü o kadın! Ben öldürdüm onu!"
" Ne diyorsun sen?"
" Ben öldürdüm onu! Benim yüzümden öldü! Annem benim
dertlerim yüzünden öldü!"
Yaza Mazar