Yaz başlarıydı
onunla konuştuğumda. " Hastasın." demişti, gayet ciddi bir şekilde.
Sesinde ne bir kararsızlık, ne bir korku, ne de bir endişe vardı. Duyguların
işgal edemediği o temiz ama çirkin suratla aramda aynen şu konuşma geçmişti:
" Durumun zor. Erken geldiğin için şanslısın demek
isterdim ama sen çok geç kalmışsın. Daha önce hiçbir anormallik fark etmedin
mi?"
" Fark etmedim desem yalan olur be doktor bey. Arada sırada
ufak tefek çarpıntılar, dalgalanmalar - siz buna ne diyorsunuz bilmiyorum-
yaşıyordum fakat çok da önemsememiştim. Üstelik sağlığım da gayet yerinde gibi
gözüküyordu. Dediğim gibi, grip bile olmadım hiç; sadece bu ufak tefek
dalgalanmalar..."
" Keşke biraz olsun ciddiye alsaymışsın. Şu anda sana
önerebileceğim sadece iki seçenek var. Birisi risklidir ama çok düşük bir
ihtimalle de olsa iyileşmeni sağlayabilir. Diğer seçenek ise seçim aşaması için
çok daha kolay, fakat ilerleyen zamanlarda canın daha çok yanabilir. Hastalığın
ilerleyecek."
" İlk seçeneğim ne? Ve lütfen herhangi bir terim
kullanmadan anlatın, ne yaşayacağımı tam olarak anlamak istiyorum."
" Bak bu yumruğum senin kalbin olsun," dedi
yumruğunu göğüs kafesine götürürken. " Göğüs kafesim de senin sırtın.
Yumruğumla göğüs kafesim arasında, yani senin kalbinle sırtın arasında duruyor
bu kabarcık. Balonun içine hava üflemişsin gibi düşünebilirsin. Sen nefes
aldıkça kalbin kanı sızdırarak bu balonu şişirmiş. Şimdi de kalbine zarar
veriyor. İlk seçeneği seçersen eğer, vereceğim belgeleri imzalayacaksın ve kalp
ameliyatı olacaksın. Bahsettiğim balonu patlatacağız, işler iyi giderse de uzun
bir süre daha yaşayacaksın... yani, ölürsen de bu sebepten olmaz. En büyük
sıkıntısı, patlayan balonun kalbe zarar vermesi. Böyle bir durumda ölme
ihtimalin var. Bu seçenek biraz zorlu. Ama uzun yaşayabilmen için tek seçeneğin
bu."
" Peki ya ikinci seçenek?"
" İyileşmesini umarak hiçbir şey yapmadan
bekleyeceksin. Zaman geçtikçe acın daha da artacak. Ufak da olsa bir iyileşme
ihtimali var tabii ama ameliyat kadar yüksek değil. Ben ilk seçeneği tercih et
derim. En azından denemiş olursun. Diğer türlü yaşasan da çok acı
çekeceksin."
Üç gün
doğumu kadar uzun bir süre oturup düşündüm orada. Cesaretimi toplayıp hadi
yapalım diyebilirdim. Pişman olmaktansa
veya daha fazla acı çekmektense bu işi şimdi sonlandırayım diyebilirdim.
Sonunda ölme ihtimalim vardı ama. O kadar da basit değil ki. Tüm hayatın bir
anda sonlanacak. Nereye gideceksin, ne olacaksın bilinmiyor. İkinci seçeneği
seçseydim de ileride pişman olacaktım. Acılar içinde kıvranacaktım belki de,
sırf iki üç yıl daha uzun yaşayayım diye. Kararsızlıklar insanı mahvederdi, bir
an önce karar vermeliydim. İki gün düşünmek için zaman istedim, ve bir sigara
yakıp eve döndüm.
İki
koca gün düşündükten sonra tekrar buluştum onunla. Seçimimi sordu. İlk seçeneği
seçmemi bekliyordu ve hatta istiyordu. İşini bırakıp beni dışarı çıkardı.
Dolaştık, seçeneklerden bahsettik, ikişer bira içtik. Her boşlukta hastalığımı
tekrar hatırlatıyordu bana. Cesaretimi toplayıp bu işe son vermem gerektiğini
söylüyordu. Eve gitmek istediğimi söyledim, bırakmadı. O gün o işi bitirmemiz
gerekiyormuş. Başka seçenek bırakmıyormuş bana. Kararımı verip söylemeliymişim.
Üstelik ailesi de rahatsız olmuş kendisinin benimle vakit geçirmesinden. Beni,
yani hastasını; eşinden, çocuklarından daha çok görmeye başlamış, eşi öyle
söylüyormuş. Ama ben ölüyorum değerli hanımefendi? Acı çekiyorum ben? Üstelik
benim yaşadığım ikilem mavi koltuk takımı ve gri koltuk takımı arasında falan
da değil. Hayat meselesi bu. Bütün geleceğime karar veriyorum ben. O ilgisiz
dediğin kocan belki de bunu fark edip de uzak kalmak istemiştir senden. Ufak
tefek şeyleri ölüm kalım meselesi haline getiriyormuşsun. Evet, biraz bahsetti
senden ve bir şey söyleyeyim; sana gerçekten aşık olmasaydı onunla hiçbir
şansın olmazdı. Çünkü anlatılanlara göre ağaçkakandan bir farkın yok.
Beyinkakan! O gün kararımı açıklamamı beklerken Beyinkakan aradı ve bizim
doktor evin yolunu tuttu.
On ay
sonra sahilde karşılaştım onunla. Karısını ve doğacak çocuğunu trafik kazasında
kaybetmiş. Diğer oğlu bir iki kırıkla atlatmış kazayı. Kendisi de kafayı kırmış
ve geçmişinden arda kalan tek oğlunu da baldızı almış götürmüş. Bizim doktor da
bu facialara dayanamamış ve kafayı kırmış. Şiir yazıyormuş bu aralar ve
içiyormuş bol bol. İçkiden bahsedince aklına ben gelmiş olmalıyım ki, benim
halimi sordu.
" Çok uzun bir süredir çok acı çekiyorum."
" İyi geliyor mu?" dedi, elimdeki matarayı
göstererek. Ufuk çizgisine baktım olduğum yerden.
" Bana iyi geliyor. Her gün içiyorum bunlardan. Kendimi
şarap kültürü gelişmiş biri sanıyordum ama şaraplar hakkında bildiğim hiçbir
şey yokmuş aslında. En güzel şarap, en ucuz şarapmış."
Nezaketen
gülümsemeye çalıştım, beceremedim. Sessizliği bozmak istemiyordum; fakat içim
içimi yiyordu.
" Sen haklıydın doktor."
" Hangi konuda?"
" Yüzleşmezsen daha çok acı çekersin demiştin. Evet,
çok acı çekiyorum. O güne geri dönebilsem belki de dediğini yapardım."
" Peki bugün olsa?" dedi, delice bir ifadeyle
yüzüme bakarak.
" Nasıl yani? Sen hala doktorluk yapıyor musun?"
" Ne doktorluğu?"
"..."
" Bak, son kez söyleyeceğim. O zaman şansın vardı,
kullanmadın. Şimdi pişmansın, geçmişe dönmek istiyorsun. Ben de sana diyorum
ki, senin için zaman makinesi yapamam. Ama bugünden sonraki hayatını
kurtarabilmen için elimden geleni yaparım. Tek bir şartım var; bundan sonra ne
dersem onu yapacaksın. Hiçbir söylediğime karşı çıkmayacaksın. Kabul mü?"
" Sen... ne..."
Yerden
bir taş aldı, cebinden bir kalem çıkardı ve üzerine adımı yazdı. Taşın arka
yüzünü çevirdi ve kalbimin arka yüzünde yazanı da oraya yazdı. Avucumun içine
yerleştirdi ve ellerimi sıkıca tuttu.
" Bu yüzük karımın...karımındı... Üzerine senin ismini
ve hastalığının halk dilindeki ismini yazdım, ve bir de aralarına kalp koydum,
hehe. Bunu saklayacaksın. Üzerindekilerden herhangi biri silindiği anda beni
bulacaksın ve sana yapman gerekeni söyleyeceğim."
Beş
dakika daha oturdu ve kalkıp gitti yanımdan. O gün bütün gecemi düşünerek
geçirdim. Ertesi gün kalktım ve bir mezar yaptırdım kendime. Kefenimden, tabutuma
kadar; her işimi hallettim. Bundan sonra yapmam gereken sadece iki şey vardı.
Taşı -yüzüğü- mezarıma gömdüm, yazıların silinmesini bekledim. O günden sonra
ne doktoru gördüm, ne de acı çektim. Ve asla mezarıma gitmedim.
Yaza Mazar
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder