Çocukluk, rüya gibi… Var mı yok mu, mantıklı mı
değil mi? Benimki zaten kısacıktı. Çok anlamadım. Bu hayal meyal nevrozlar
arasında birkaç tane şey gördüm. Sonra da ben oldum…
Bir kız vardı
minibüste, saçları tepesinde toplu. Bol rimelli, beyaz atlet giyen. Onun gibi
olmak istemiştim büyüyünce; çok güzel. Bir de aşık olduğum kuzenim gibi ün versiteli
ve yirmi bir yaşında.
Küçükken hep abim vardı yanımda. Ne kadar çok
yanımdaydı. Sonra büyümek diye bir şeye çarptık.
Hala kakao içebiliyoruz en azından. Yatağımızın bir
kayık olduğunu ve Kuzey Buz Denizi’nde mahsur kaldığımızı hayal ederdik. Balina
kuyrukları kabusumdur.
Bir telefon sesi duydum, sonra da cam kırılması.
Uyandım. Hiç sırası değildi. Zaten suçiçeği olmuştum, kaşınıyordum, ağlıyordum.
Bir de cam kırılıyordu. Büyümek ve rimelli bir üniversiteli olmak istiyordum,
hiç kaşınmayan.
Köy evimizi, içinden sarmaşıklar büyüyen bir konak
sanıyordum, labirent gibi. Değilmiş. Kerpiç, otlar biten köy eviymiş. Anneannem
uzun değilmiş. Ben bit kadarmışım.
Ev şatoymuş…
Gece hem süt hem su diye bağırırdım, annem gelirdi.
Bir gece odama peri gibi bir şey girdi. Çok korktum. Sonra yine annem geldi.
İnşallah o şey gelmez bir daha.
Zaten meğer iki yaşındaymışım. Ben sanıyorum ki
otuz! Ya otuzken de iki zannedersem?! O zaman fena, ama içki satarlar en
azından.
Neyse işte. Kızın ensesinden çıkan saçlar çok
güzeldi. Bir de kirpikleri. Seneye yirmi bir yaşında bir üniversiteliyim.
Camları artık ancak ben kırarım.
Peki acaba o
kadar güzel miyim?
Bukalemun
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder