9 Kasım 2014 Pazar

Anne bana sütle su

                                    
Çocukluk, rüya gibi… Var mı yok mu, mantıklı mı değil mi? Benimki zaten kısacıktı. Çok anlamadım. Bu hayal meyal nevrozlar arasında birkaç tane şey gördüm. Sonra da ben oldum…
 Bir kız vardı minibüste, saçları tepesinde toplu. Bol rimelli, beyaz atlet giyen. Onun gibi olmak istemiştim büyüyünce; çok güzel. Bir de aşık olduğum kuzenim gibi ün versiteli ve yirmi bir yaşında.
Küçükken hep abim vardı yanımda. Ne kadar çok yanımdaydı. Sonra büyümek diye bir şeye çarptık.
Hala kakao içebiliyoruz en azından. Yatağımızın bir kayık olduğunu ve Kuzey Buz Denizi’nde mahsur kaldığımızı hayal ederdik. Balina kuyrukları kabusumdur.
Bir telefon sesi duydum, sonra da cam kırılması. Uyandım. Hiç sırası değildi. Zaten suçiçeği olmuştum, kaşınıyordum, ağlıyordum. Bir de cam kırılıyordu. Büyümek ve rimelli bir üniversiteli olmak istiyordum, hiç kaşınmayan.
Köy evimizi, içinden sarmaşıklar büyüyen bir konak sanıyordum, labirent gibi. Değilmiş. Kerpiç, otlar biten köy eviymiş. Anneannem uzun değilmiş. Ben bit kadarmışım.
Ev şatoymuş…
Gece hem süt hem su diye bağırırdım, annem gelirdi. Bir gece odama peri gibi bir şey girdi. Çok korktum. Sonra yine annem geldi. İnşallah o şey gelmez bir daha.
Zaten meğer iki yaşındaymışım. Ben sanıyorum ki otuz! Ya otuzken de iki zannedersem?! O zaman fena, ama içki satarlar en azından.
Neyse işte. Kızın ensesinden çıkan saçlar çok güzeldi. Bir de kirpikleri. Seneye yirmi bir yaşında bir üniversiteliyim. Camları artık ancak ben kırarım.
  Peki acaba o kadar güzel miyim?

                                                                                               Bukalemun

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder