13 Ağustos 2016 Cumartesi

Plastik Aynalardan Bak Bana

Geçici olarak evdeydim. Son yaz tatilim… Fiziksel rahatlığımın sonsuza dek bitmesi dışında pek de sorun ettiğim bir durum değildi. Geçici diyorum ama her zaman geçici olarak evdeydim zaten.  Hiç yerleşmemiştim ki. Bir zamanlar benim olan odada, çok sevdiğim karanlığı şu kısa süre için tekrar bana verebilmek için annem o gün sandığı açtı. Bordo perdeleri arıyordu.
Bir sürü küçüklük eşyamı buldu. Anasınıfında hazırladığımız ve stadyumdan bomboş döndüğümüz gösteride giydiğim kabarık kollu mini elbisem, papatyalı gelinliğim ve kazaklar. Ha bir de bordo elbise. İlkokul üçüncü sınıftayken mahalle terzisine diktirmiştim. Kırmızı kalemle çizip kurşunla karıştırarak bordo yapmayı denemiştim ve demiştim ki; Rose’unki gibi olacak. Titanik’ te Rose’un alt kamarada bira içip eğlendiği gün giydiği elbisenin basit versiyonu. Sınıftaki herkes Tahsincan ’a aşıktı. Ben de denedim ama birkaç gün sürdü. Jack ’i aklımdan çıkaramıyordum…
Bu elbise beni tam anlamıyla yıktı. Ona sarılmak istedim. İçindeki kendi halime.  Artık kendim için bile klişe olan anılarım içinde düşündüm onu. Aman tanrım, bu kadar küçük olduğumu bilmiyordum.  Bilsem daha fazla oynar, odama daha çok saklanır ve daha sesli ağlardım. Annem bir şeyler gösteriyordu. Neşeli durmaya ve çaktırmamaya çalışıyordum. Tıpkı kafam aşırı güzelken  yorgun taklidi yaptığım anlardaki gibi.
Bu elbise bana olduğum kişiyi tekrar anlattı. Bu elbise, ailemizin artık konuşulmayan üzücü günlerinin trajikliğini suratıma kirli bir bez parçası gibi acımasızca vurdu. “Evet  bir şeyleri idare etmem gerekirken bu kadar küçüktün.” Gözlerine tuvalet aynasında bakarken… hayır.  Bu kadar olmamalıydı. Dün değil önceki gün, plastik pembe bir aynada kendimi çok mutlu görmüştüm.  Bana sarılan biri vardı ve evet tablo çok hoştu. Kendi gözlerime baktım. Benzer aynalarda, benzemeyen halleri olmuştu. Hep böyle bak der gibiydim.
Şimdi, yetişkinliğe bir yıldan az kalmışken babam bana sakin kalmaya çalışarak sorular soruyor ve korkmaktan sıkılmış bir halde net cevaplar veriyorum. O kaburgalar altındaki titremenin var olmadığı bir an olmayacak biliyorum ve bok var gibi bu yaşımda tüm bunları irdelemenin anlamsızlığını da. Fakat odama kaçmama ve milyonlarca ışık yılı uzaklaşmış olmama  engel  olamıyorum. Korku azalınca kızgınlık geliyor galiba. Çok küçükmüşüm. Gerçekten çok. Yaşıtlarımdan da küçük görünürüm zaten hep. Kimse liseli falan olmadığıma inanamıyor hala. Binlerce yıl yaşındayım demek istiyorum. Çok kırışık olmam lazım. Ayaklarımın titremesini durduramadığım her an binlerce çizik oluşmalıydı suratımda.
Neden biri gelip beni oradan alamadı? Bu kadar mı önemliydi insanların huzuru? Neden söylemedik? Neden hiçbir kuzenim bilmiyor aslında kim olduğumu? Neden sokaklara çıkmadık? Bu kadar mı zordu?  Gözlerimi öpüyordun, saçlarımı tutup zarar gelmesinden bahsediyordun. Gözlerin yaşlı ve kırmızıydı. Oysa ben senden çok korkmuştum ve aynı zamanda da seviyordum. 30 kilo bile olmadığımı kimse göremedi mi gerçekten?
Gerçekten çok çok özür dileyerek söylemek istiyorum bunları. Niyetim asla düşmanlık değil, ama bilmenizi istiyorum;
Ölmeyi göze almıştım. Sadece sonrasından korkuyordum. Benden sonra daha da beter olurdu o ev. Panik atağımdan bahsediyordunuz. Kalbimden. Hayal dünyamdan. Mutsuz olduğumdan. Her güne bir şans vermek ve ağzının ortasına vurulmuş gibi bir gülümsemeyle kala kalmak. Otoyola yapışmış sıçan ölüsü gibiydim. Sizce de panikte ve atakta olmam çok normal değil miydi?

Neden hala kimse hastanelerin sinir hastalıkları koridorlarında demirbaş olmadığım için falan bana teşekkür etmiyor bilmiyorum. Olsa olsa alkolizme yakınımdır ve onu bile gizli yaşayacağım. Ve biliyorum ki yaptığım en büyük kontrolsüzlükte bile sabah işe gidecek, telefonları yanıtlayacak halde olacağım. Bu yüzden gitsem de kalsam da, gizli kalır. Merak etmeyin. Her zaman olduğu gibi, ben ve aynalar arasında.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder