20 Aralık 2021 Pazartesi

Sabahın Sıcak Serinliği

    Sol kulağımdaki sızı çeneme, boğazıma, başıma ve beynime uzanıyor. Sinyali kesilmiş kanalın ince cızırtısına benziyor. Bazen de çalışan bir mikrofonun yüksekten yere bırakılması gibi patırtı koparıyor sanki.

   Varlığımın dayanılmaz ağırlığı, bedenimde her gün azalan hücrelerimle yaşamak, her an bozulacak bir termosifona güvenerek kış soğuğunda suya girmeye benziyor. Kulağımdaki sızı bana çocukluk hastalıklarını, çocukluğu ve ona dair birkaç güzel anı hatırlatıyor. İnsan ufakken, günü yaşamaya değer buluyor olacak ki, erkenden uyanıyor. Tıpkı yaşlılar gibi. Biri vücudundaki enerji fazlalığını atmak isterken, diğeri kalan günleri değerlendiriyor belki de. Yaşlanmak, artık çok yakmayan bir araba olmaya benziyor. Az ye, az uyu, az yaşa.

   Havada sabahın buğusu vardı uyandığımda. “Toprak tütüyor” derler ya hani, öyle işte. Bir anneannem uyanmıştı bir de ben. Bahçeyle ev arasında gelip gidiyor, anlamadığım işler yapıyordu. Üstünde anne ve bebek fare çizimleri olan uzun kollu geceliğimi giymiştim. Hayatımdaki ilk ve son gecelikti. Uzun saçlarım dağınık, karışıktı. Evin beton merdiveninden inerken, bulduğum rastgele terlikleri ayağıma geçirmiş ve bahçeye girmiştim. Bahçenin her köşesi ayrı bir bitkiye ev sahipliği yapıyordu.  Ayağınızı nereye koyacağınızı bildiğinizde yürümek gayet kolaydı.

   Oluğun hemen solunda, elma ağacının altında çilekler var. “Şirin çileği” gibiler, açık pembe, minik ve aşırı tatlı. Anneannem onlardan reçel yapar ve tahminen Almanya’dan gelen parlak yavruağzı küçük tabağa koyar. Elma ağacından ilerleyince bahçenin dışına doğru mısırlar vardır. Ortada salatalık, biber ve kuzenimin en sevdiği şey olan nohutlar. Bahçenin sağ köşesinde karadut vardır. Her zaman ağaca dayalı duran tahta merdivenlere istediğiniz zaman çıkıp dutlardan yer ve hayatınıza devam edersiniz. Bir de soğanlar vardır elbette. Kocaman kafalarıyla sabahları iştah açıcı kokarlar. Küçük bir bahçe için fazla bereket.

   Benim durağım, bahçeyle evin arasında duvar görevi gören bitkilerin hemen arkasındaki badem ağacı. Ağacın dalında, pembe, mor, lila gibi pastel renklerle örülmüş bir urgan var. Renkli upuzun bir saç örgüsüne benziyor. Urgana konan minderlerle yapılmış bir salıncak aslında bu. Kuzenlerim ve abim uyurken sallanmak için güzel bir fırsat yakalıyorum. Sabah güneşi yüzüme vuruyor. Yusufçuk kuşları her zamanki hüzünlü sesleriyle ötüyorlar. Anneannemin etrafımda olması bana güven veriyor. Yavaş yavaş sallanırken salıncağın asılı olduğu dal ağır ağır sallanıp gıcırdıyor ama ona zarar veremeyecek kadar küçük ve hafifim. Saçlarım uçuşuyor. Ayaklarımdaki terlikler bana bol ve parmaklarım tertemiz toprağa sürünüyor. Burada hiçbir şey kirli değil zaten. Urganın üzerine sinekler yumurtlamış. Koparmaya çalışıyorum lavraları. O kadar sıkı yapışmışlar ki, hayata gelip karpuzlara, kahvaltılık balın üstüne konmaya o kadar hevesliler ki, asla kopmuyorlar. Daha sonra da denedim ama bana mısın demediler.

   O sabah, açık ara hayatımın en güzel sabahıydı. Herkes ordaydı. Her şey olması gerektiği gibiydi. Bedenim, anneannemin ördüğü onlarca ince ipten yapılmış urganı esnetemeyecek kadar küçüktü. Hiçbir yerim ağrımıyordu. Var olmak çok hafif ve güzeldi. Sabahın taze havası, kavakların pulumsu yaprakları arasında geziniyor, su sesine benzer bir hışırtı çıkarıyordu. Yaşamak için ne güzel bir gündü. Şimdi, ağrıyan kulağımla, yalnızca hayattayım. 




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder